7 Eylül 2015 Pazartesi

ARABAYLA BALKAN TURU

ARABAYLA BALKAN TURU (2014)

Artık çocuklar büyüdü, merak ettiğimiz ülkelere gitmek istiyoruz ama pasaport işi var. 


Pasaport için harekete geçtik. İnternetten bulduğumuz formu kurum amirine imzalattık. Ziraat Bankasına kişi başı 75 TL pasaport ücreti ödedik (Evet, çocuklara da). 

 

Emniyetteki gişeye de sembolik bir ücret yatırdık. Parmak izlerimiz alındı. Yeşil pasaport başvurusundan 48 saat sonra pasaportlarımız Ankara'dan evimize posta ile teslim edildi. 

 

Ağustos gibi çıkmayı planladık ama dayanamayıp biraz daha erken çıkmaya karar verdik. Eşim "hadi yarın sabah gidelim" dediğinde akşam üstüydü.

 

Bi bakalım her şey hazır mı?

 

1-Yeşil pasaport     Tamam          

 

2-Otomobil             Tamam (Eşim hemen bakıma götürdü)   

 

3-Navigasyon     Bir adet Tomtom Start 60 (Güncelleme yapıldı)

 

4-Bilişim aygıtları ve şarjları     Tamam

 

5-Harita bilgisi olan bir şoför     Var:)

 

6-Uyumlu, pozitif çocuk           Hem de 2 tane

 

İki küçük valiz, mayolar için bir sırt çantası, boş bir sırt çantası, içecekler için geniş bir buzluk, ilaçlar ve hazırız. Araba ile ilgili belgeleri sınırda halledeceğiz.



Güzergah:Üsküp-Ohrid-Tiran-Ulcinj-Kotor-Dubrovnik-Mlini-Cavdat-Ohrid-Manastır-Selanik-İpsala.


Bu güzergahı tabi dönüşte ekledik. Yola çıkarken bu kadar net değildik:)  ama şimdi bakıyoruz da arabayla balkanlar için güzel bir rota olmuş.

 

EDİRNE

 

İstanbul civarında hangi kapıdan çıkacağımıza karar vermemiştik. İpsala'da uluslararası ehliyet istedikleri için Kapıkule ağır bastı ve Edirne'ye yöneldik.

 

Akşam üstü eşyalarımızı bırakıp yürüyerek Selimiye Camiine gittik. Şehrin merkezinde. Cami, bahçesiyle birlikte oldukça görkemli. Sade ve ağırbaşlı mimarisiyle gerçekten ustalık eseri.

 



 

Çocuklara caminin içindeki ters lalenin hikayesini anlattım. Çok ilgilendiler.

Her yer sanat eseri

Vakit sınırlı, görülecek yerler var. Caminin önünden taksiye bindik. Bizi Fatih Sultan Mehmet'in doğduğu sarayın ve Balkan Şehitliğinin olduğu yere götürdü. 

 

Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı alan da orada. Alan kapalıydı, giremedik. Saraydan çok bir şey kalmamış. Mutfak olarak kullanılan kısmı ayakta. 

 

 

Biz fotoğraf çekerken şoförümüz bizi bekledi. Tüm tarihi yapılarla ilgili bilgi verdi. Dönüş yolundaki tarihi eserleri de anlattı. Bizi tekrar Selimiye Caminin önüne getirdi.


Ana caddenin sol tarafında trafiğe kapalı alan var. Edirne hakkında bir bilgimiz yok. Ama körlemesine yürürken eski bir han girişi gördük. 

 

Meğerse tarihi Ali Paşa Çarşısına gelmişiz. Her yer ciğerci. Biz bir kadın ustanın olduğu Köfteci Adnan Usta'yı tercih ettik. Kendileri köfteyi pişirdi. Ciğer siparişimizi de komşularından temin ettiler. Gayet güzeldi. 

 


Aynı trafiğe kapalı alanda dondurmalarımızı da yedikten sonra yürüyerek kaldığımız yere gittik. Düğün var. 

 

Lobide internete bağlanıp yarın için Üsküp'ten yer ayarlamamız lazım. İlk defa bookingten rezervasyon yaptıracağız. Seçenekler arasında Fis Centar Aparments'te karar kılıp rezervasyon yaptık. 

 

Bundan sonra rezervasyona pek bakmayacağız. Bizim için önemli olan lokasyonu, otoparkı olması. Buna göre filtrelemeler yapıp tarih ve kişi sayısı giriyoruz.  Seçenekler arasından da tercihimizi yapıyoruz. 



Sabah Londra Asfaltında açık bir börekçi bulduk. Börekleri yanımıza alıp Kapıkule'ye gittik. Şehir merkezinden 30 km sonra.

 

 

Edirne-Üsküp arası 510 km. 

Güzergah:Edirne-Haskova-Flibe-Pazarcık-Köstendil-Kumanova-Üsküp

 

İlk yurt dışına çıkışımız. İşlemler hakkında hiç bir fikrimiz yok. 

 

İlk pasaport kontrolünde yurt dışı pulu istediler. Yoktu tabi. Biraz ilerideki gişedeymiş. Kişi başı 15 TL vererek aldım. O sırada eşim arabayı biraz ileriye aldı. 

 

Memur arkadaki arabanın işlemlerini yaparken getirdim. Pasaportun arkasına yapıştırdı ve pasaportları aldım. Strese gerek yok:)

 

Duty Freenin de olduğu binada hem Turingin hem de Yapı Kredinin gişesi var. Turingten arabanın yeşil sigorta denilen 15 günlük sigortasını 63 €'ya yaptırdım.

 

Son belge kontrolünden sonra saat 7'de Türk sınırından geçtik. Burada hazırlıklıyım. Bulgar tarafı için bozuk 3 € hazır.

 

Türk kısmını geçince küçük havuz gibi bir bölmeden geçmek zorundayız. Tekerlekler yalandan ıslanmış gibi oluyor. 3 € o suyun parası. 

 

İnternet havadislerine göre Türk toprağı Bulgar toprağına karışmasın diyeymiş. Ben de para üstünü almama! ihtimaline karşı 3 € bozuk parayı ayarladım. 

 

Bulgar yollarını kullanmak için bir an önce bir vignet kartı alıp cama yapıştırmak lazım. İlk benzin istasyonunda hem 50 €'yu 97 Levaya çeviriyoruz hem de 10 Levaya bir haftalık vignet alıp cama yapıştırıyoruz. Bu işlem zorunlu.


Burada hesap kolay. Leva miktarını ikiye bölünce tutarın € olarak karşılığını bulmuş oluyoruz.

 

Sınırı geçince telefon operatörümüz yurt dışı tarifesini ve Bulgar konsolosluğumuzun telefonunu bildiren bir mesaj attı. İnsan izleniyormuş izlenimine kapılıyor. 


Tabi yıllardır duyduklarımız ve internetten okuduklarımızdan dolayı Bulgaristan yollarına bayağı tedirgin başladık.

 

Ama bir yerde  kestirmeden otobana bağlanalım deyip de yolu kaybedince ıssız yolda 2 polise yol sorduk. Navigasyondan göstererek Bulgarca tarif ettiler. Yola devam ettik. 

 

Yolda önce bir Mc Donald's gördük. Yeşil sarı rengiyle Türkiye'dekilerden farklı. Onun daha ilerisinde de Burger King bulduk. 

 

Artık öğle yemeği zamanı. Klasik, garanti olsun diye tavuk yeme kararındayız. Siparişlerimizi alan görevli, bizimle Türkçe konuştu. 


Yol üstünde yemek yenilebilecek başka bir yere denk gelmedik.

 

ÜSKÜP

 

Otoban tam bitmemiş, yollar bazı yerlerde bozuk, Sofya çevre yolu bizi çok oyaladı derken saat 3'te Üsküp'e vardık. 

 

Sınırda problem olmadı. Pasaport, ruhsat ve yeşil sigorta kontrollerinden sonra Makedonya'ya sorunsuz geçtik. Üsküp'e kadar 60 Dinar otoyol ücreti ödedik.


Üsküp'te kalacağımız otelin adresini navigasyona giremedim. Sanayi bölgesi gibi bir yerdeyiz. Ondan vazgeçtik, meşhur Destan Köftecisi'ne gidelim bari dedik. 

 

Yoldan geçen birine sorduk, o da Türk çıkmasın mı? "Biraz uzak kalmışsınız, arabada yer varsa sizi götüreyim" dedi. Bu nezakete şaşırdık ama kabul etmedik. 

 

Sonra tekrar oteli bulalım dedik. Bir araba tamircisine sordum. İngilizce tabii. İçeriye seslendi biri: "Salih" diye.

 

Salih Makedon Türk'ü. Arabasını yaptırmaya gelen bir müşteri. Adrese baktı, bilemedi. Telefon etti. Aldığı adresi yine çıkaramadı. Üsküp'lü birinin bile bilemediği adresi bakalım biz nasıl bulacağız?

 

İşin içinden çıkamayınca Salih'in küçük arabasını iterek çalıştırdılar. O yola düştü, biz de arkasından. Hem otelden yol tarifi alarak hem de araba kullanarak bizi götürdü. 

 

Otelin bulunduğu binanın önünde teşekkür edip vedalaşmak istedik. "Önce bir göreyim de fiyatı nasılmış" diye ayrılmadı. 

 

Salih 2+1 apartman dairesi şeklindeki odamızı ve fiyatını beğenince onu uğurlamak için beraber aşağıya indik:)


Salih, "Şimdi arabayı boşuna çıkarmayın, ben sizi gideceğiniz yere götüreyim" dedi. Haydaaa... Bu misafirperverlik artık fazla. Salih'in arabasına doluşuyoruz.

 

Laf dokundurmadan da duramıyor: "Oteli Hristiyan tarafından bulmuşsunuz abi. Keşke Müslüman tarafından bir otel bulsaydınız." Ne bilelim Salih, neresi, neresi. Buraların yabancısıyız. 


Salih önce bize bir turistik tur yaptırdı. Tarihi eserlerin hikayesini anlattı. Biz yine fotoğraf çektik. Türk üniversitelerini de gördük.

 


 

Para bozdurduk. 60 Makedon Dinarı 1 € yapıyor. 


Salih bizi Eski çarşıdaki Destan'a da götürdü. Eski çarşı, aslında bir Türk çarşısı. Herkes Türkçe konuşuyor.  

Destan


Köfteleri sipariş ettik. Tabakta sadece köfte geldi. Bir de soğan. Biz pek doymadık ama hayırlısı.  O sırada  Salih, bir arkadaşının babasına telefon etti. 


Biz de yan taraftaki çaycıya geçtik. Gelen Bey, tiyatro yapıyormuş. Makedon Türk tiyatrosunda yönetmenmiş. Elveda Rumeli'de hem oyunculuk hem de diyalektik eğitmenliği yapmış. 

 

Yaptığımız uzun sohbet sonrasında onlar için Türk-Makedon kimliğinden ziyade Müslüman-Hristiyan ayrımının önemli olduğunu anlıyoruz. Balkanların yakın tarihi de maalesef bu tespiti doğruluyor.


Her şey için teşekkür edip ayrıldık. 

 

Ama biz de bir eksiklik duygusu. Henüz Üsküp'ü tam gezmedik, Taş Köprüden geçmedik hissi. Başka bir yöne doğru birkaç adım atıyoruz ki; bizi inanılmaz bir meydan karşılıyor:18.000 metre karelik Makedonya Meydanı!

 


Ortasında kocaman Büyük İskender heykeli ve içinden Vardar Nehrinin geçtiği Taş Köprü. İnanılmaz bir manzara. Nereye bakacağımızı şaşırdık. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan taş köprü, şehrin Müslüman kısmı ile Hristiyan kısmını da birbirinden ayırıyor.

 

Şimdi Salih'in ne demek istediğini anlıyoruz. Bizim otel, köprünün karşı kısmında kalıyor. Köprünün üstünde birbirimizin fotoğrafını çekmeye başladık. 

 

O sırada bol çocuklu birkaç Türk aile de köprüyü geçiyordu. Beylerden biri fotoğrafımızı çekebileceğini söyledi. "Hiç olmazsa durup biraz dinlenmiş olurum" dedi. Tabi herkesin karşısına Edirne'deki şoför veya Salih çıkmıyor:)


  Her yer heykel, her yer havuz, her yer meydan...

 


O sırada bir de bisiklet festivali başlamasın mı? Her yaştan bisikletli önümüzden akmaya başladı. Bir kahve molası verdik.


Bir yandan gözümüz market arıyor ama hiç denk gelmedik. Yoldan birilerine sorduk, hemen karşıdaki binanın alt katındaymış. Demek ki ondan görmüyormuşuz. Marketten kahvaltılık bir şeylerle, atıştırmalıklar aldık, 555 Dinar ödedik.


Artık karşımızda tren istasyonu var. Oradan hareketle taksi şoförüne otelin yerini tarif etmekte zorlanmadık.


Yarın için yolumuz kısa. Çocuklar televizyonda Makedonca çizgi film izlerken biz de Ohrid'de otel baktık. Birkaçını beğendik ama rezervasyon yapmadık.

 

 


Marketten aldığımız peynir çeşitleriyle güzel bir kahvaltının ardından 10'da yola çıktık. 170 km yol gideceğiz (Üsküp-Tetova-Gostivar-Kichevo-Ohrid).  Toplamda 100 Dinar otoyol ücretini gişelerde nakit ödedik. 

Otoban gişesi


Ohrid yolunda yol daralırken sağlı sollu tesislerin olduğu güzel bir mevki gördük, durduk. Yemek yok ama kafeler var. Yolun sağındaki yerde Türkçe "bişi" yazısını görünce kızım daldı hemen. O bahçede bişisini yerken beyler de karşıdaki benzin istasyonundan 200 Dinara aldıkları Balkan haritasını masaya açtılar.

 

(O harita ne kadar işimize yaradı. Navigasyonda Balkanların bilgilerinin eksik olduğunu birkaç kez tecrübe edince hep o haritaya sarıldık. Kat yerleri yıprandı, yırtıldı ama bizi yarı yolda bırakmadı.)


Yolda camiisi olan köyler geçtik. Tetova'dan sonra yola bir düğün konvoyu da dahil oldu. Dikiz aynalarında havlu asılıydı. Bir köyde sağa girdiler. Takip edip bir düğün yemeği yesek miydi acaba?

Önde düğün konvoyu:)


OHRİD

 

Saat 13'te Ohrid'deyiz. Hep görmek isterdik. Balkan turunun en güzel noktalarından biri oldu.


Navigasyonu Ohrid şehir merkezi olarak ayarladım. Şehir merkezine doğru giderken köşede beğendiğimiz otellerden birini, Montenegro İnn'i gördük. Önündeki birçok ülke bayrağıyla görülmeyecek gibi değildi. Küçük bahçesine park ettik. Oda+kahvaltı 45 € dediler. 2 odalı kocaman bir daire verdiler. Şahane.

 

Az sonra resepsiyona Türk kızımız Arzu da geldi. Ondan da tavsiyeler aldık. Arabayı otelde bıraktık. Düşündüğümüz her yer yürüme mesafesinde. Otelin hemen karşısından Türk sokağına gidiliyor. Restoranlar, çay ocağı hep Türk. Oranın hemen ilerisinde bir meydan var. Restoran ve marketleri hafızaya alıyoruz.

 


 

Gölün kenarına gelince sol tarafta Belvedere Restoranı buluyoruz. Bahçesi güzel. İçerisi de antika eşyalarla dekore edilmiş. Kızım piyanoda Türk marşını çalıyor.

 

Belvedere 

Meşhur cevabi köftelerden ve tavuk söylüyoruz. Porsiyonda 10 tane var. Yanında patates kızartması ile. Dünküyle alakası yok.

 

 

Köfteler kocaman ve çok pofuduklar.  3 kişi 3 porsiyonu bitiremedik. 

 

Üsküp salatası da çok lezzetli. Normal salatanın üstüne sert beyaz peynir rendelenmiş, kar gibi görünüyor. 

 

Kızım da spagetti bolonez istedi. Ayrıca içtiğimiz beef soupu (sebzeli dana eti çorbası) müthişti. Yemek kıvamındaydı. 1040 Dinar hesap geldi.


Şimdi sırada Ohrid Kalesi var. Aslında yürünebilir ama biz taksiye binmeyi tercih ettik. 100 Dinara anlaştık. Sonra anladık ki; taksi bizi kalenin girişinde bırakmış. Daha ileriye götürebilirmiş. 

 

Neyse, artık biraz yürüdük. İyi ki yürümüşüz.Kale bölgesinde de çok şirin, çiçekler içinde oteller varmış.Başka bir zaman değerlendirilebilir.


 


Evler, tarihi yapılar ve en önemlisi eski Yugo arabalar muhteşem. 

 

Kalenin asıl girişinde 100 Dinar girişi ücreti ödedik. Aşağıda şahane bir göl manzarası ayaklarımızın altında. Bir banka oturup göle bakmak tüm yorgunluğumuzu aldı. Bu bölgede Aya Sofya Kilisesi var. 9. yüzyıldan kalma. 

 

 

Renkli taşlarla yapılmış ve oldukça iyi korunmuş. Esasında Ohrid'de yılın her günü ayrı bir kilisede ibadet etmek için 365 adet kilise varmış ama biz temsili olarak Aya Sofya'yı gezip konuyu kapatıyoruz:)


Yine 100 Dinara taksiyle şehir merkezindeyiz. Bu sefer trafiğe kapalı meydandaki Meydan Restorana oturduk. Türkiye'den gelen bir tur grubu da var. 

 

Cevabi köfte ve pide sipariş ettik. Tabi Üsküp salatası da. Köfteler acayip yanmış geldi. Geri gönderdik. Usta da geri göndermiş "Bunlar böyle pişer" diye. Yiyemedik tabi. Hesap 490 Dinar geldi. Utanıp köfteleri eklememişler. 


Meydandan otele giden yol tamamen alışveriş mekanı. Bir Halveti Dergahı dikkatimizi çekiyor.


Ohrid'in incisinin meşhur olduğunu vitrinlerden anlamak mümkün.


Antep Baklavacısının yanındaki İstanbul çay ocağını görünce fırsatı hiç kaçırmıyoruz. 


Gezinin dönüş parkurunda yine gelmeyi planladığımız için bugün yüzmeyi pas geçtik. Bugün keşif günüydü. Artık otele dönüyoruz.

 


 

Kahvaltı inanılmaz. Kol böreği, peynir, tereyağ, bal, ayran ve kahve var. Ama börek kişi başı yaklaşık bir tepsi. 

 

 

 

Bugünkü rota Arnavutluk'u geçip Karadağ'a gitmek. 


Güzergah:Struga-Arnavutluk sınırı-Elbasan-Tiran-Lezhe-İşkodra-Karadağ sınırı-Ulcinj.

 

Otelden saat 10'da çıktık. Ohrid, Arnavut sınırına yaklaşık 1 saatlik mesafede. Yukarı doğru çıkıp bir dağın tepesinde sınırı geçtik. 

Makedonya-Arnavutluk sınırı

Arnavutluk'ta hız sınırı oldukça düşük. Köylerden dolayı devamlı 50, bazen 40 km sınırı var. Bu yol böyle bitmez ama... 


Tiran'a kadar devam ettik. Bir benzin istasyonunda 50 € karşılığı 6850 Lek aldık. Bu para işi devamlı karışıyor ama beyim konuya vakıf. Soruyoruz, hesap edip € olarak söylüyor. 


Demiryolu köprüsü


Tiran çevre yolunda Carrefour görünce hemen durduk. Ama tedirginiz. Otoparkta dolaşan görevliyi görünce tedirginliğimiz arttı. Arnavutluk asayişi ile de ilgili kaygılarımız var. 


Alışveriş merkezinde yemek için sadece Carrefourun içindeki yemek bölümü var. Yemek çeşitliliği fazla. Az önce Elbasan'dan geçince Elbasan tavaya göz kırptık ama görevli domuz eti olduğunu söyleyince yapacak bir şey kalmadı. 


Ev yemekleri tadında tavuk ve pilavlarımıza 1050 Lek ödedik. Marketten de içecek ve atıştırmalık alışverişimiz 1950 Lek tuttu. Tamamen kültürel ve sosyal araştırma merakıyla üst katları da gezdik. Birkaç mağazaya girdik. Zara, LCW'den ucuzdu. Anlam veremedik. 


Yolda 1000 Leke 13 litre gaz, 2000 Leke 22 Litre benzin alarak devam ettik. Fiyatlar inanılmaz. 



Navigasyon bizi Tiran'ın göbeğinden geçirdi. Yağmur da yağmaya başladı. Trafik çok yoğunlaştı. Ama hiç karmaşa olmadı, problemsiz çıktık. Henüz çıldırmış bir trafikle, asabi şoförlerle, kornalarla karşılaşmadık.

Tiran'ın tam merkezi


Arnavutluk'ta ilginç olan bir nokta, çok sık polis kontrol noktası olması. Gün içinde en az 10 polis noktası gördük. Bu nedenle hız sınrına oldukça dikkat ediyoruz.


Arnavutlar, sınırı bilinmeyen bir yere koymaya ama tabelayla da belirtmemeye karar vermişler. Bulunduğumuz noktayı Tomtom boş tarla olarak gösteriyor, tabela yok. Bir bakkal bulup sorduk. İsviçre plakalı araçlar da dönüp duruyorlar ve nihayet sınırdayız. 


Sınır kontrolleri genelde birbirinin aynı. Ya arabadan inmeden işlem yapılıyor veya herkes elinde pasaportlarla bilet sırasına girer gibi gişenin önünde sıraya girip giriş veya çıkış yapıyor. İşlemler hep birkaç dakika sürdü.


Bazen sadece erkeklerin olduğu arabaları boşalttırdıklarını gördük ama bize bir şey soran olmadı. Yeşil pasaporttan dolayı mı yoksa çok aile olduğumuzdan mı, bilmiyorum. Bir de İtalyan plakalı erkek yolculu arabaların hiç şansı yoktu. Onların direkt bagajlar dışarı.  Onlar İtalya'da çalışan Arnavut gurbetçilermiş.

ULCİNJ

 

Sınırdan yaklaşık 1 saatlik dar bir yolda yolculuktan sonra saat 18'de Ulcinj'e vardık. Adresini not ettiğimiz ama rezervasyon yapmadığımız Guest House Nura'yı arıyoruz ve tabi ki adres Tomtomda çıkmadı. Caddeyi taksi şoförlerine sorduk ama anlamak mümkün olmadı. Sonra anladık ki; sorduğumuz cadde sahil boyunca kilometrelerce uzuyor ve biz ters tarafındayız:)


Nihayetinde hiç tabelası olmayan oteli bulduk. Plakayı gören bir misafir yanımıza geldi. Almanya'da yaşayan bir Boşnakmış. Türkçeyi çok iyi konuşuyordu. Otelin sahibi de bir Boşnak. Adı Faruk. Kızı Leyla. Türkçe veya İngilizce bilmiyor. Misafir sayesinde anlaştık. 

 

Ulcinj'de bir müslümanın oteline denk geldiğimiz için şaşkınız. Ama bir yıl sonra izlediğimiz belgeselde Ulcinj'in nüfusunun %90'ının müslüman olduğunu öğreniyoruz. Boşnak ve Arnavutlar var.


Otel 35 €.  2 odalı. Fena değil. Televizyonda bir Türk dizisi var. Alt yazı ile kendi dillerine çevirmişler. 

 


 

Eşyaları hemen bırakıp sahile gittik. Sahil oldukça yakın ama malum, yürümeye karşıyız.

 

Artık akşam 8 olmak üzere. Sahil tenha. Arabayı plaja yakın boş bir tarlaya bırakıp kendimizi denize attık. Ulcinj plajı uzunluğu ve güzelliği ile meşhur. Uzunluğu önemli değil. Bize birkaç metre yetiyor:) Bu arada arabanın arkasından inekler geçiyor.


Otel; restoran, marketlerin toplu olarak bulunduğu bir bölgede. Biraz Alanaya'yı anımsattı bize. 

 

Kalanda Restoranda karar kıldık. Herkes pizza söyledi. Oldukça lezzetli ve doyurucuydu. 18 € tuttu. Artık € bölgesindeyiz. Fiyatlar da ona göre. 

 


 

Klasik market alışverişi sonrası otele döndük. Ulcinj'i çok sevdik. Dönüşte de kalmaya karar verdik.


Biraz çamaşır yıkamıştım. Hava nemli olduğundan mıdır, nedir kurumamışlar. Ev sahiplerimizden ütü istemeye gittim. Ütüyü her şekilde anlatmaya çalıştım ama ailecek anlamadılar. En sonunda dramatizasyon yöntemi ile anlatmayı başardım. Ütüledim ama yine de çamaşırlar nemli.

 

KOTOR

 

 

 

Sabah 10'da Hırvatistan'a doğru yoldayız. Önümüzdeki güzergahta Kotor'u merak ediyoruz. 35 €'luk benzin alıp devam ettik. Kotor'un etrafından da dolaşabiliriz. Çok uzun sürmüyormuş. Ama biz feribotla geçme kararındayız. Çok uzun bir tünelden geçince körfeze ulaştık.

 

 

Feribot kuyruğunu görünce sıraya girdik. Çok beklememize gerek kalmadı. O sırada arabadan inip 4,5 €'ya araba ve kendimiz için bilet aldım. Feribot tek katlı, küçük. Zaten mesafe de en fazla 10 dakika.

Manzara masalsı...




Kotor şehrinin girişinde durup manzarayı seyrettik. 


 

Kotor, dağlarla çevrilmiş. Körfez sanki göl gibi. Şehir merkezinde limanın önünden geçtik. Müthiş tekneler var. Bazıları helikopterli.  

 

Herceg Novi'den geçerken yol üzerinde Babiç adlı bir restoran iyi göründü gözümüze. Menüye bakarken iki kişinin oturduğu yan masaya devasa bir kapta çorba geldi. Biz de hemen beef soupumuzu söyledik. İki kişilik nasıl olsa hepimize yeter. 

 

Ayrıca klasik cevabileri de sipariş ettik. Ama artık tedbirliyiz. Bir porsiyon eksik söylüyoruz ki; bitirebilelim. 

 

 

Ve gelen cevabi zirve. Seyahatimizin en lezzetli köftesi (Artık evimizde de sık sık yapıyoruz. Dana kıyma, galeta unu, biraz soda, karbonat. Yoğur, fırınla. Bu kadar.). 


Bu gezide şunu öğreniyoruz artık: Menüde su oldukça pahalı. İçki çeşitleri sudan daha ucuz. Bir litrelik su sipariş edip oğlumla şakalaşıyoruz: "Hiç unutmam, bi gün büyük bir şişe su açtırmışım..."  


Garson biraz asabi. Bizim "no pork" (domuz istemiyoruz) uyarılarımızdan bıktı galiba. Hesap 23 € geldi. 3 € su, 1,5 € ekmek.

Tünel çıkışı biraz garip:)



Şimdi Hırvatistan sınırı var. İlk defa görevli bagajımıza bakmak istedi. Avrupa Birliğine giriyoruz diye mi, bilmem. Arabadan inip bagajı gösterdim. Hiç bir şeye bakmadı. Beyan etmek istediğim bir şey olup olmadığını sordu. Olmadığını söyledim, devam ettik. 

 

Tüneller artık manzaralı...

MLİNİ

 

Eşimin aklında Mlini var. Denize girecek kadar şehre uzak, Dubrovnik'e gidecek kadar yakın.Saat 17'de varıyoruz.


Aklımızda yine bir otel var: Villa Scala. Hayret, navigasyon sokağı tanıyor. Medine  Sokak. Çiçekler içinde iki katlı bir villa. 

 

Yer de var. Bize arka bahçeye bakan 2 odalı bir yer gösterdi Leila Teyze. Tertemiz, bayıldım. Ama 80 € diyor, peygamber demiyor. Mlini için pahalı

 

Çıkıp karşıdaki otelin ziline bastık. Sempatik bir amcaya derdimizi anlattık. Onda yer yokmuş, bize Leila teyzenin evini gösterdi. "60 €'yu kabul etmiyor" dedik. Hemen telefon etti. Leila teyzenin sesini de evinden duyuyoruz bu arada. "Olmaz" diyor, "temizlik parası" diyor. Neticede bizim amca ikna etti ve geri döndük. 

 

Leila Teyze bizi üst kata davet etti. Aaaaa... Burası daha güzelmiş. Deniz manzaralı. Bize terasta elmalı pasta ve meyve suyu ikram etti. Pasta, Alman usulüydü. Sorduk, Almanya'da çalışmış. Kendisi de itinayla tek tek pasaportlarımızı işledi. Allah Allah, ilk defa bir otelde pasaportumuzu sordular.


Eşim, Dubrovnik'e 10 numaralı otobüsün gittiğini teyit ettirdi. 60 €'yu ödedik. Bir gece daha kalmak istediğimizi belirttik. Ama otel doluymuş. Kısmet değilmiş.


Otelden denize gitmek için önce çokça merdiven indik. Yolun karşısına geçip ormanın içinde yürüyünce plaja ulaştık.


Otele dönerken önce 40 €'ya 294 Kuna aldık. 7,5 Kuna, 1 € ediyor. Hırvatistan, Avrupa Birliğinde ama otellerin dışında € kullanmak yasak. Bu konuda titizler. Sadece izin alan bazı restoranlar € kabul edebiliyormuş.


Ana yol kenarındaki bir restoranda karnımızı doyurup duş almak için otele gittik. Banyoda çamaşır makinası görmeyeydim iyiydi. Bir gün daha dayansaymışım elde çamaşır yıkamama gerek yokmuş. Valizdeki nemli çamaşırları dışarı asıp çıktık.


DUBROVNİK

 

Otobüs kolay seçenek ama eşim arabayla gidelim dedi. Arası 14 km. Virajlı bir yoldan gittik. Aşağıda deniz ve Dubrovnik Old Town manzarası ile muhteşem. Navigasyonu şehir merkezi olarak ayarladık. 

 

Bu güzergahta giderken birkaç otopark gördük. Ama yürümeye karşı olduğumuz için biraz daha hedefe yakın olmak lazım. Biraz daha içeri girince bir kapalı otopark bulduk. Birkaç saatlik ücreti 45 €. 

 

İnatçıyız, kaleye doğru daha da yaklaştık. Yokuş bir sokakta bir arabalık yer bulduk. Baktık, başka arabalar da var, orada bıraktık. Aşağıya doğru bir kaç dakika yürüyünce kale kapısı karşımıza çıktı. Yaşasın!

 

Turizm Danışma bürosuna uğradık. Danışma büroları anladığımız kadarıyla özel. Haritalar ücretli. Hediyelik eşyalar da var. Bize pek yardımcı olamadılar ama € ile hesap alan bir restoran tarif ettiler. Ama biz akşam yemeği yemiştik.

 

Muhteşem kale kapısından girince ayrı bir dünya bizi karşıladı. Belgesellerde, gezi programlarında defalarca izlemiştik ama yine de çarpıldık. 800 yıllık kalede hayat, tarihle iç içe akıyor. Tabela yok, görüntüyü bozan hiç bir şey yok.

 

 


Sokak gösterilerini izleyip tanesi 20 Kunadan dondurma aldık. Duvardaki bir çıkıntıda belli bir süre düşmeden ayakta durabilenin dileğinin gerçekleştiğine inanılan bir nokta var. Denemek isteyenler bayağı çok. Ama izleyici kitlesi daha kalabalık.


Restoranlar, kafeler, konser alanları, oteller, dükkanlar tarihi binalarda. Binaların üst kısımları heykellerle süslenmiş. Tam bir görsel şölen. Bana İtalyan yapılarını anımsattı. Ne de olsa komşular. İtalyan mimarlar, burayı da etkilemiş. Bir gün İtalya'ya da gidebilecek miyiz acaba?


Saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Gündüz belki sıcakta gezmek zor olur ama biz akşam gezimizden memnunuz.


Ana caddeleri gezdikten sonra artık sokaklarında kaybolmak istiyoruz. 

 

 

Daracık sokaklar bizi başka yerlere çıkarıyor. Başımızı eğerek geçebildiğimiz küçücük bir kapı ise; bizi denizle buluşturuyor.

 

 

Çok hafif bir aydınlatma altında bir bankta tekneleri seyrediyoruz. Buradan da çıkış mümkün. Ama biz girdiğimiz kapıdan çıkacağız.

 

 

Yukarıda görülen ışıklı tepe de çok ilgi görüyor. Ulaşım teleferikle. Belki bir daha ki seferi...


Dönüşte bizim beyler duvarda şanslarını denemek istediler. Eşim yeterli bir süre duvara yapışıp ayakta durabildi. Oğlum da fena değildi. 


Çıkışta sağda yine küçük bir kapı görüp daldık. Bu sefer gizlenmiş yeşil bir alana çıktık. Bir de çocuk parkı var. Kızıma güzel bir sürpriz oldu.


Arabamız yakın mesafede. 

Arabaya giderken...

Artık otele dönme zamanı.


Sabah çocuklar uyurken dışarı çıkıp poğaça aldık. Kahve yapıp kahvaltımızı tamamladık. Buralardan ayrılmaya niyetimiz yok. Leila Teyzeyle vedalaştık. "Yine geliriz. Bu sefer yukarıda kalırız" dedim. Bize kartını verdi, bekleriz dedi. "Ama 60 €'dan" diye takıldım, ciddiye aldı, "Olmaz olmaz oralar 85 €" diye çırpınırken ayrıldık.

 

CAVTAT

 

Eşim Mlini'nin 15 km güneyindeki Cavtat'ın plajlarının çok güzel olduğunu söyledi. Hadi bakalım.


Şehre girince önce deniz tarafına girdik. Birkaç otelde yer sorduk. Gördüğümüz otellerin hepsi çok hoş. Ama pahalı. 

 

Old Town'da gezdik. Tarihin bu kadar özenli korunması bizi şaşırtmaya devam ediyor. Sokaklarda biraz gezdikten sonra 20 Kunaya magnet aldık.


Fikir edindikten sonra bu sefer yukarılara çıktık. Notlarımızda B&B Country House var. Bulmamız kolay oldu. Taş bir binada yan yana odalar var. Bir de ortak mutfak. Bize gösterilen oda 2 banyolu, 4 yataklı bir oda. Bakımsız, eski, oldukça nem kokuyor ama temiz. 40 €'ya pazarlık yaptık.

 

Resepsiyondaki görevli İstanbul ve Antalya maceralarını anlattı. "Sülüman" diyerek Muhteşem Yüzyıl'ı izlediğini ifade etti. "Siz buraları fethetmişsiniz ama Dubrovik'i alamamışsınız" dedi. İyi aslanım, o da kusur kalsın ama vergisini almışız.  

 

Hemen denize koştuk. Plajlar Old Town'da. Arabayla Old Town otoparkına kadar gittik. Ondan sonra plajlar başladı. 

 

 

Biz beğendiğimiz bir plaja yerleştik. Hakikaten çok güzel. İçinde telefon, fotoğraf makinası, araba anahtarı olan sırt çantasını hiç bir tedirginlik duymadan bırakıp yüzdük. Duş, kabin, restoranın tuvaleti ücretsiz. Ama kullanmak için kurulanmış olmanızı şart koşuyorlar:)


 

Açıkta demirlemiş tekneler, karşıda Mlini. Bu manzarada yüzmeye doyamadık.

 


Artık yemek zamanı. Ana yol üzerinde Konoba Tomislav adlı bir restorana oturduk ama yan masalara gelenler pek iştah açıcı gelmedi. O yüzden önden sadece beef çorba sipariş ettik. Gelen sadece suydu. Yer yer de erişte vardı. 60 Kuna ödeyip kalktık. 

 

Cavtat çıkışında bir market bulduk. Sandviç malzemesi aldık. Ekmek reyonundaki kadın, ekmekleri sizin için sandviçlik hazırlayabilirim dedi. Kesti, böldü. 83 Kunalık bu alışverişten sonra otele döndük. 


Otelin bahçesi ormana ve dağlara bakıyor. Sandalyeleri dışarı attık. O manzarada karnımızı doyurduk. Beyleri kesmedi tabi. Yanımızda acil durumlar için hazır noddle paketlerinden ve kaselerinden getirmiştik. Oğlum körilisine bayılıyor. Mutfakta su ısıttılar. Birer de noddle yediler. Üstüne tatlı olarak da dondurma yedik. Bugünlük tamam artık.



Sabah kahvaltıyı yapıp saat 9'da Karadağ'a doğru yola çıktık. Ama yolda bir gariplik var. İnanılmaz kalabalık. Herceg-Novi'de aynı yerde yemek yemek istiyoruz ama henüz erken. 

 

Eşim motorda bir gariplik hissetti. Bize tarif edilen noktadan şehir içine doğru ilerledik. Ama bir araba tamircisine denk gelmeyince geri döndük.  Yine Kotor'da feribotla karşıya geçtik

 

Bu sefer Tivatta bir benzincide durduk. Eşim en azından motor yağı eklemek istedi. Çok yardımcı oldular. Motor soğuyana kadar kafeye davet ettiler. Tüm güzergahta benzin istasyonlarınin içinde veya yanında kafe vardı.

 

 Bir kahve içerken wifiden bağlanıp otel bakıyoruz. Ama her yer dolu. Yoldaki kalabalığı düşününce Ağustos başında bir tatil hareketliliği olduğunu anlıyoruz. Strudel ve motor yağı 8.5 € tutuyor.


Budva, Bar otel bakarak ilerledik. Tabi Budva'da Sveti Stefan Adasını görmemek olmaz. Ada deniyor ama aslında kara ile bağlantısı var. 

 


Seyir terasından görüntü harika. Sol taraftaki plaj tıklım tıklım, sağ taraftaki plaj bomboş. Çok bilmiş beyim "sağ taraftaki plajın girişi 50 € da ondan" diyor. Adanın tamamı otelmiş. Gecelik fiyatı için 1000-2000 € diyollaa. Biz manzarasını arkamıza alıp Alman turistlere fotoğrafımızı çektiriyoruz. Bedava!


Trafik adım adım. Öğlen oldu. Bar'da yol üzerinde güzel bir restoranda çorba ve köfte hepimize iyi geldi. 20 € tuttu. 

 

 

Restoranın bahçesinde ilk defa kivi ağacı gördük.

 



Ama boş oda bulamıyoruz.


Bu şekilde akşam üstü Ulcinjdeyiz. Guest House Nura'ya gittik. Orada da yer yok. Otelin wi-fisinden yararlanıp bir otelden rezervasyon yaptırdık. 

 

Ama bunu Faruk Beye anlatmak mümkün olmadı.  Bize yer aramaya başladı. Sadece bir yerde boş oda buldu. Tamam da dedik, biz rezervasyon yaptırdık. Bu sefer arabayla önümüze düştü. Oteli bizimle bulmak istedi. Ama yolun kalabalığında onu kaybettik. Epey dönüp dolaşıp oteli bulduk.

 

Adreslerde sıkıntı var. Oralılar bile bookingdeki adresi bilemiyor. Henüz nokta atışı bir adres bulmak kısmet olmadı. Bugüne kadar eşimin engin harita bilgisi ile idare ettik. 

 

Sorunun navigasyonda olmadığını, internetteki adreslerde eksiklik olduğunu, ayrıca bazı ülkelerde sokak ve bina numaralarının eksik olduğunu çok sonra anladık. Bookingte bir cadde ismi yazıyor, bina numarası yok. Caddesi 10 km. Bul bulabilirsen.


Ama herkes çok yardımcı olmaya çalıştı. Nihayet oteli bulduk. Bahçe içinde 2 katlı bir villa. Ama sahibi Şaban bey bu binada yer yok deyip bize yandaki köhne binada kötü bir oda gösterdi. Fiyatı da aynı. Ben kabul edelim dedim. Artık akşam oluyor. Ama eşim bizi kandıran adama para vermek istemediği için ayrılıyoruz.


Faruk Beyin yer bulduğu otele döndük ama orası da dolmuş. İlk defa kafamıza göre takılma politikamız sekteye uğruyor. Kafamızı toparlamak için bir pizzacıya oturduk. Akşam oldu. Geceyi nerede geçireceğiz? Kızım park alanını gösterip "bir şey olmaz, arabada yatarız" dedi. Bu pozitif bakış açısı bizi kendimize getirdi. 

 

Artık Karadağ'da kalmak istemiyoruz. Ohrid'e gidip bu kabusu unutmak lazım. Ulcinj, Arnavutluk sınırına çok yakın. İşkodra da sınırın az ilerisinde. Orada bir şehir oteli biliyoruz. En iyisi oraya gitmek.


İki arabanın zor geçtiği yolu gece geçmek kolay olmadı. Yavaş gitmek de süreyi uzatıyor. Neyse ki çocuklar uyudu. Sınırda navigasyon işe yaramıyor ama Allahtan eşim yolları hatırlıyor.


Bir köyden geçerken yolun kenarındaki Alman plakalı siyah bir Porsche önümüze kırdı. Eşim sola kırarak kurtardı. Uzun bir kornayı da unutmadı. Sınırda sıra beklerken aynı Porsche arkamıza park etti. Aynadan takip ediyorum, adam bize doğru geliyor. Hah, zaten bu güne karakolluk bir final yakışırdı. 

 

Gece yarısı Arnavutluk'ta camı tıklatan adama camı açan zarif eşim sakin. Adam "Abi ben yolu kaybettim. Seni takip ettim. Bizi İşkodra yoluna çıkarır mısın" demesin mi? Haydaaa...  

 

Meğerse gurbetçiymiş. Navigasyon bir işe yaramayınca arabada da bebek olunca panik olmuşlar. Bizim plakayı da görünce takip etmişler. Kilometre-saat hesabı yaparak 3-4 saate Üsküp'e varacağını zannediyordu. 

 

Eşim Arnavutluk yollarında işin öyle olmadığını, en az 8 saat süreceğini söyledi. İstanbul'a nasıl pratik bir şekilde gideceklerini sorunca da harita üzerinde Yunanistan üzerinden rotayı çizdi. İşkodra'ya kadar bizi takip ettiler. 


Yani arabayla balkan turu, her türlü sürprize açık:) 

 

İŞKODRA

 

Biz saat 23'te şehir içinde ana cadde üzerindeki Otel Argentin'e geçtik. Ulcinj'den 2 saatte gelmişiz. Odalar 2 kişilik. 2 odaya 50 €'ya anlaştık. Odalar pis, eşyalar kötü. Ama sadece 6 saat kalacağız.


Türkiye'ye döndükten sonra Bookingten Türkçe bir mail aldık. Bize Ulcinj'de rezervasyon yaptığımız Studios Velika Plaza'da neden konaklamadığımızı sordular. Biz de olanları, İşkodra'da biten geceyi anlattık. O orada o otele de sormuşlar. "Yerimiz yoktu, başka bir yer gösterdik" deyip eylemlerini kabul etmişler. 

 

Booking bir özür maili gönderdi. Faturamızı gönderdiğimiz taktirde İşkodra'daki konaklamamızı ödemek istediklerini söylediler. Biz de ilgilerine teşekkür ettik. Fatura almadığımızı, zaten öyle bir talebimiz de olmadığını söyledik. Bookinge kocaman bir alkış!

 

 

Sabah 6.30' da yoldayız. Tiran'a varmadan acayip bir sis bastırdı.

 


 

Yine devamlı polis ekiplerine denk geldik.

 

Navigasyon bu sefer bizi Tiran'ın dış mahallerinden geçirdi. Benzin dışında durmadık. 700 Lek'e benzin, 1000 Lek'e gaz aldık. LPG'nin litresi 0,5 €. Bu arada Ohrid'deki Arzu kızımıza mesaj attım. Yerimizi ayırdı. 

 

OHRİD

11'de Ohrid'deyiz. Ohrid yazılır, Ohri okunur:) 

 

 

Odaya eşyaları atıp yüzecek yer sorduk. Arzu, şehir içindeki plajları tavsiye etmedi. Yeni açılan Golden Beach pek güzelmiş. Yolu tarif etti. 7-8 dakikalık bir araba yolculuğundan sonra tabelayı görüp döndük. Ooooo... Havuzu, restoranı, kafesiyle şahane bir plaj. Kendimizi serin göl sularına attık. 

Golden Beach

Dün çoook uzaklarda kaldı. Kızımla plajda uzanıp kitap okuyoruz. Beyler içecek servisi yapıyor. Ohh!

 



Öğle yemeği için Türk Sokağındaki Exculusive adlı restorana girdik. Çorba, köfte, Skopje (Üsküp) Salad, olmazsa olmaz.

 

Üsküp Salata. Makedon Salatada peynir yok, közlenmiş patlıcan ekleniyor.


Gelen hesaba eşim itiraz etti. Gerçekten de hesapta fazlalık vardı. Düzelttiler, 1000 Dinar ödeyip çıktık. 

Sonra yüzmeye devam...


Otele gidip duş aldık. Eşim yine sırt çantasını kuşandı. Artık ayrılmaz bir parçası oldu. Çocukların hırkaları, suları, gerekli yerlerde haritalar...


Bu akşam yürüyeceğiz. Otelin karşısındaki pazara uğradık.

 

 

Kızıma 300 Dinara deniz ayakkabısı aldık. Göl, bir müddet taşlık. Sonra kum başlıyor. Ayakkabı iyi oldu.

 

Artık yemek konusunda risk almıyor, direkt Belvedere'ye gidiyoruz.

 

Amaan, canlı müzik de başlamış. Yemeklerin de tadına doyulmuyor. 1015 Dinar tutuyor.

 

Şahane akşam yemeğinden sonra zaten gezilecek yerler belli. Trafiğe kapalı sokak çok canlı. Kobralar ilgi çekiyor. Iyyy... (2 yıl sonra düzeltme:Onlar kobra değil, pitonmuş. Yılan kamuoyundan özür dilerim:))

 


İstanbul Çay Ocağına oturduk, özlemişiz. Çaya 150 Dinar ödedik. Tohum satan bir yerden güzel çiçek tohumları aldık. 175 Dinar tuttu. Çiçekler şimdi bahçemizi süslüyor.


Bu sefer kahvaltıda o bir tepsilik kol böreğinden yok. Daha doğrusu diğer masalara ondan geldi. Ama bize peynirli,tereyağlı, reçelli bir kahvaltı tabağı geldi. Ev sahiplerimiz çok ince.


Bugün yine Golden Beach'e gitmek istiyoruz. Ama arabanın da yıkanmaya ihtiyacı var. Yol üzerinde bir araba yıkama bulup girdik. Arnavutlar çalışıyormuş. Eşim Arnavutça selam verince hepsi geldi. Çok alaka gösterdiler. Mübalağa olmasın, arabayı 8 kişi 10 dakikada iç-dış temizledi. 300 Dinar ödedik. 

 

Plajda her yer dolmuş. Havlularımızı yere serip uzandık, yüzdük. Gençler genelde havuz kenarında veya bardaki koltuklarda. Her yer sakin. 


Araba olunca yine öğle yemeği için şehir merkezine gelmek zor olmadı. Yine Belvedere'deyiz. Öğlen yemeğini hafif yiyoruz. Bu nedenle 840 Dinar tuttu. 


Beef çorbası olmazsa olmaz.

200 Dinara dondurmayla da taçlandırdık. Arabayı otele bırakıp yürümeye üşendiğimiz için araba otoparktaydı. Ödediğimiz bu 60 Dinar, bizim tüm Balkan turumuzun tek otopark ücreti. Alkışlıyoruz!


Öğleden sonra da göl kenarında geçti. Yan taraftaki plajı da merak edip baktık. Bir aqua parkı var. Daha kalabalık. Belki sonra denenebilir. Ama biz plajımızdan memnunuz.


Akşam yemeği tabi ki Belvedere'de. Canlı müzik yine var. Hava serin. İçerideyiz. Müzik grubu da içeride. Türkçe parçalar da söylediler. Beni Skopska Salad mutlu ediyor. Beyler araya başka yemekler de ekliyorlar ama cevabi hep var. Yemek 1020 Dinar.


Yemekten sonra gölün öbür ucuna doğru yürüdük. Cafe Di Roma ismi, kahve içmek için kulağımıza hoş geldi. Göl kenarında bir masaya oturduk. Kızım için sıcak içecekleri yokmuş. Üç kahveye 300 Dinar ödedik. Kahve vasat, manzara muhteşemdi.

 

Otelin iki gecelik ücreti 90 €'yu ödeyip vedalaştık. 


 

BİTOLA 

Eşim erken yola çıkmaktan yana. Kahvaltı yapmadan saat 7'de yola çıktık. Eşim bize Manastırda börek sözü veriyor. Yol tenha, çoğunlukla gelişli , gidişli.

 

 

Bir saat sonra vardık. Manastır'a dönen köşede benzin istasyonu var. 1400 Dinara benzin, 600 Dinara gaz aldık.

 

Atatürk'ün okuduğu lise, şehir merkezine giden yolun üzerinde.Bulmak kolay oldu. 

 

Okul aynı zamanda trafiğe kapalı yeme, içme, gezme alanının da başlangıcı. Şirok Sokak deniyor. Ama sokaktan daha fazlası. Saat itibariyle oldukça tenha. 


 

Saat henüz erken. Düz yürüyüp demleme çay da olan bir börekçide tüm çeşitlerden sipariş ettik.

 


 

255 Dinar ödedik. Şimdi Manastır Askeri İdadisi'ni gezebiliriz.

 

 

Giriş ücretli. Binanın sadece bir kısmı Atatürk'e ayrılmış. Bunun dışında bir arkeoloji bir de Etnografya müzesi var. Okul havası yok.

 

 

Atatürk'e ayrılan bölümde dijital aygıtlarla film izlemek ve marş dinlemek mümkün. 

 

 

Atatürk'ün kişisel eşyaları da sergileniyor.

 

 

Avlu, okulun havasını yansıtan tek yer. Bahçedeki Mustafa'yı hayal edebiliyoruz.

 


 

Müze bölümlerini de gezdik. Makedonya günlük yaşantısına dair objeler dikkat çekici.

 


Arabamız okulun yan tarafında durmaya devam ediyor. Biz yine Şirok Sokağa daldık. Bir duvarda güneş saati var. 

 


Devamında saat kulesi, Büyük iskender'in babası Filip'in heykeli, eski İshak Bey Camii ve Yeni Camii hepsi aynı alanda. 



Çocukları yormadan hepsini gezdik. İstanbul çıkışla balkan turu otobüslerini görmek mümkün.

 

SELANİK

 

Öğlene doğru Yunanistan'a doğru yola çıktık. Hedefte Selanik var. Sınırdan sorunsuz geçtik. Selanik'e kadar iki otoban gişesi var.2.40 ve 1.20 € ödedik. 

Otoban gişesi (Resimde adam elini uzatıyorsa nakit para alıyor demek:)

14.30'da Selanik'teyiz. Bookingte şehir dışında bir otel beğenmiştik. Hotel Di Tania. Notlarımız arasında vardı.

 

Hakikaten harikaymış. Banyosu kocaman. Pazarlıkla oda+kahvaltı 60 €'ya anlaştık. Yorumlarda kahvaltısı çok övgü almış. Merak ediyorum.

 

Çocuklar için koltuklara yatak yaptılar. Doğru havuza... 

 

Havuz tenha. Doyasıya yüzdük.

 

 

Öğle yemeği için pizza siparişi verdik. Hemen orada pişirdiler. Zeytinyağı tadı baskın şahane bir pizza geldi. 8 €'muş. 


Duş alıp şehir merkezine gitmek üzere hazırlandık. Önce Atatürk'ün doğduğu evi ziyaret etmek istiyoruz. Kontrol ettim, navigasyon tam adresini görüyor. Fakat arabayı çalıştırınca arıza lambası yanmasın mı?

 

Hemen bizim ustayı aradık. "Arabayı 3. vitese kilitler, yavaş yavaş gelirsiniz" dedi. Bu haliyle şehir trafiğine girmek istemedik. Gezi iptal. Eşim, kızıma tekrar Selanik'e gelip Atatürk'ün doğduğu eve götürmeye söz veriyor (Çok değil, 6 ay sonra sözünü tuttu. Bkz.


Akşam yemeğini ne yapsak? Otelde akşam servisi yok. Havuz bar da kapalı. Resepsiyondaki görevli, yemek sipariş edebileceğimiz yakındaki restoranların broşürlerini verdi. Margarita seçtik. O, bizim için arayıp siparişi bildirdi. Az sonra da geldi zaten. 13 € ödedik. Odamızda da yedik.

 

Eşim hemen yol üstündeki araba servislerinin telefon ve adreslerini internetten araştırıp not etti. Türk başkonsolosluğunun sitesinde de yararlı bilgiler var. 


Eşim artık arabaya odaklı. Çocuklarla yolda kalırsak diye endişeli. Ben daha rahatım. Çünkü artık gezinin son ayağındayız. En kötü ihtimalle çocuklarla bir otobüse atlar, Türkiye'ye döneriz. Araba da bir şekilde gelir herhalde.

 

Sabah 6.30'da yoldayız. Gitti bizim çok puan alan kahvaltı, sağlık olsun.

 

 

Hemen otobana girişte 15 €'luk benzin alıp yola çıktık. 3 defa otoban gişesinden geçtik. Her birinde 2.40 € ödedik. Bozuk olmazsa da bozuyorlar. Sorun olmadı.

 

Kavala, Gümülcine, Dedeağaç tabelaları bize göz kırpıyor ama belki başka sefere.


Sınıra geldiğimizde önce Yunan free shopuna girdik. Basit bir kafeteryası var. Aşağı katta da tuvaletler. Tertemiz, pırıl pırıl. Görevliler Türkçe biliyor. Hediyelikleri, çikolataları alıp sınırı saat 10'da geçtik. Eşim derin bir nefes aldı. Artık Türk topraklarındayız. Araba istediği sorunu çıkarabilir:)

Yunan gümrüğü


Bizim taraftaki duty freeyi de merak ediyoruz. Oyalanmamak için arabadan ben indim. Birkaç üründe çabucak fiyat karşılaştırması yaptım. Daha ucuza aldığımızı görünce buradan alışveriş yapmadık. Bizim gümrükten 4 aşamadan geçtik ve nihayet Türkiye'deyiz.

 


MALİYET

 

-Tabi gezinin maliyeti önemli bir husus. Günlük harcamalarımızı not alırken  100 € gibi bir ortalama belirmeye başlamıştı.

 

Nihayetinde de 9 günlük seyahat sonunda 1000 € harcadığımız ortaya çıktı. Buna Türkiye harcamalarımız dahil değil. Makedonya daha ucuz, Hırvatistan daha pahalı derken, Balkanlarda ortalama ulaşım, konaklama, yeme içme dahil günlük 100 € masrafımız olduğunu söyleyebiliriz.

 

-Burada yakıt masrafı, Türkiye'den çok ucuz olduğu için önemli bir kalem oluşturmuyor.

 

-Kapıkule'den çıkıp İpsala'dan girmemiz de toplam 3000 km tutmuş. Ama evimizden evimize düşünürsek toplamda 4400 km yol yaptık. 

 

-18 gümrük kapısından geçtik. Türkiye'ye giriş dışında hepsi çok kısa sürdü. Sadece Hırvatistan'a girişte bagaja bakıldı.


KENDİMİZE NOT

-Bir dahaki yurt dışı seyahatinde yanına su ısıtıcısı, sallama çay, çerez, peçete, tuvalet kağıdı, kağıt havlu al (Tüm ülkelerdeki kağıt ürünler inanılmaz kalitesizdi).

 

-Otellerin tam adreslerini kendi internet sitelerinden al, haritayla karşılaştır, adamı hasta etme:)

 

-Buz kitleri yetmedi.Küçük su şişelerini de dondur, buzluğa koy.


*Tabi bu geziyi sıcağı sıcağına yazmak isterdim ama evin beyleri blogun isminden dizaynına bir sürü konuyu çokça irdelediler. Tam iki yıl onların karara varmasını bekledim. 

 

Bu yazıyı da onlardan habersiz yazıyorum. Çünkü başka türlü bu yazı bitmez. Eşimin eklememi istediği teknik ayrıntılar, kilometreler, önemli kavşaklar, cadde isimleri... Eminim bir gün bu yazıyı okuduğunda bir sürü eksiklik, hata bulacaktır. Mlini-Dubrovnik arası 14 km değil, 14,5 km diyecektir mesela.

 

O yüzden gizli saklı yazdım. Çünkü ben bu yazının bitme ihtimalini sevdim!




*Belli bir okuyucu sayısını geçtikten sonra çocuklarla birlikte bu blogdan eşimi haberdar edecektik. Ama bu ilk yazıları yayınladıktan 8 ay sonra yakalandık:) 


İnternette seyahat yazılarını okuyan eşim bizim tatillere de denk gelmiş!  Artık ben yazıyorum, o editliyor:)


*Bazı Balkan ülkelerini de içeren Arabayla İtalya Turu yazımız da ilginizi çekebilir!

 

*Bir de    Arabayla Orta Avrupa Turu yazımıza  göz atabilirsiniz.


*Arabayla Avrupa Turu yazımız da burada:)