28 Ekim 2016 Cuma

ARABAYLA ORTA AVRUPA TURU


                          

ARABAYLA ORTA AVRUPA TURU (2016)

Kıştan itibaren rotayı Orta Avrupa'ya çevirdik. İnternetten o bölge ile ilgili araştırmalar yapıyoruz. Yalnız ne ile gidemeyeceğimize karar veremedik. Arabayla Niş üzerinden Budapeşte'ye gidip oradan itibaren mi dolaşsak derken...

 

Eşim Wizz Air sitesinde bir kampanyaya denk geldi. O gün için (Nisan ayı) geçerli bir indirim.


Hemen ailecek toplandık. Temmuz ayından 11 gün aralıklı tarih belirledik. İstanbul-Budapeşte gidiş dönüş biletlerini internetten hemen aldık (165 € 4 kişilik bilet ücretleri, 50 € da Wizz Air'in her zaman kullanacağımız indirim kartı). 

 

Wizz Air'le seyahat edenler bilir, valiz konusunda titizler.  Sırt çantası boyutu dışındaki tüm çantalardan ayrıca ücret alıyorlar. Biz de rezervasyon sırasında bu şıkkı (small bag) işaretledik. Yani herkes için bir sırt çantası.

 

İlk defa tatil tarihimiz ve en azından başlangıç ve bitiş yerimiz belli oldu. 


Tarihteki isabeti sonradan anladık. Çünkü Wizz Air 1 Ağustos'tan itibaren Türkiye uçuşlarını iptal ettiğini duyurdu. O tarihten sonra bilet alanlara ya paralarını iade etmiş ya da Bakü'ye bırakabileceğini söylemiş:)

 

Uçuştan 3-4 gün önce Rentalcars sitesinden bir araba beğenip ücretini ödedik (Günlüğü 20 €). Thrifty firmasının arabasıymış. Bu sitede en az 2 gün önceden rezervasyon yapmak lazım. Sistem daha yakın tarihleri kabul etmiyor. 

 

Uçuştan 2 saat önce Wizz Air check-in için  işlem almaya başladı. Sabiha Gökçen uçuşları için online check-in mümkün değilmiş. Ama dönüş seyahati için online check-in yapıp çıktılarını da yanımıza aldık.

 

Sıradaki insanlardan duyduğumuza göre Wizz Air 1 Ağustos'tan sonraki uçuşlar için yolculara rastgele dönüş tarihleri vermiş. Tarihleri kabul edenler de bizimle aynı uçuştaydı. 

 

Kontuarın önünde small ve big çantalar için demir kafesler vardı. Çantanız small kafese sığıyorsa bir ücret ödemeniz gerekmiyor. Bizim çantalar standarttan da küçük geldi. 3 sırt çantası, bir tane de ne olur olmaz diye aldığımız boş sırt çantası. Gerçi bakan da olmadı.

 

BUDAPEŞTE 

 

Yolculuk 1,5 saat sürdü. Küçük bir havaalanına indik. Ama Wizz Air çok yoğun olarak uçan bir firma. Bizden sonra da İtalya'nın bir kentine uçtu.

 

Havaalanına inince bir hata yaptığımı farkettim. Thrifty'e hangi uçakla kaçta geleceğimizi bildirmemiştim. Dolayısı ile bizi karşılayan da olmadı. 

Alanda bankosu olan araba kiralama şirketleri çok ama Thrifty bunlarda biri değil. Yeri 2-3 km ileride. Bankolardan biri sağ olsun yardımcı oldu, firmayı aradı. Az sonra biri gelip bizi aldı.

 

Acentede işlemleri yaptık. Kredi kartından 525 € depozito bloke ettiler. 63 € da sınır geçişleri için ücret ödedik. 2. şoför için ücret almadılar. Ayrıca kiraladığımız Suzuki Swift yerine 2016 model 5.000 km.'de bir Opel Astra verdiler. 


Eşimin düz vitese alışması biraz zaman aldı. Ama arabamız rahat. 


Hemen bizim Tomtomu açtık. Otelimiz yol üstünde Hotel Fortuna. Otel listesinde ismi çıktı. Kolayca bulduk. 55.25 € ödedik.

 

 

 

 

Otel bir avlunun içinde. Asansörle başka bir binaya geçilip odaya ulaşılıyor. Bir gece için idare eder bir yer. 

 

Otele gelirken yolda bir Tesco görmüştük. Eşyaları bırakıp oraya gittik. 


Dışarıdan küçük bir bina gibiydi. Ama içeri girince gördük ki kocaman bir alışveriş merkezi. İlk hedef döviz bürosu. 200 €'yu 60.800 Front karşılığı bozdurduk. % 3 komisyon aldılar, önemsemedik. Çünkü acıkmıştık:)

 

Yerel bir restaurant bulamayınca KFC'de yemek yedik.

 

10.000 Frontluk benzin alıp şehir merkezine gittik. 

 

İlk durak Gellert Tepesi. Şehrin Buda tarafında. Yeşil köprüden geçip tepeye tırmanarak ulaştık. Geniş bir otopark alanı var. Arabayı oraya bırakıp yürüyerek yukarı çıktık. 

 

 

Henüz gün batmadı. Tepenin her aşamasında başka bir şehir manzarası karşınıza çıkıyor. 

 

 Bu heykel de Özgürlük Heykeli. 

 

Artık hava kararıyor. Manzara da güzelleşiyor.

 

Bu tepe gün batımını izlemek için oldukça elverişli. Nitekim tur otobüsleri turistleri buraya taşıyor. Uzakdoğulular ağırlıkta.


Arabaya dönünce camda bizi bir sürpriz karşılıyor: 50 € park cezası. Arabayı parkedince makinadan kart alıp cama koymayı unutmuşuz. Geçen yıldan beri bu işlemi yapmayınca hiç birimizin aklına gelmemiş. Neyse.


Buradan meşhur Aslanlı köprüye gidip arabayı yol üstüne park ediyoruz. Artık nehir kenarındayız.





 Karşımızda Parlamento Binası.

Gül Baba Türbesi'nin adresini navigasyona yazdık ama bizi trafiğe kapalı bir yola soktu. Baktık olmayacak geri dönüp akşam yemeği yemeye karar verdik.


Yol üstünde Titiz Lokantasını gördük. Evet, Türk işletmesiymiş. Yemeğimizi yiyip otele döndük. Gezmeyi planladığımız başka yerler de var ama artık onlar dönünce.


Sabah kahvaltısı enteresan. Birkaç çeşit yoğurt var. Pek yiyecek bir şey bulamadık. Yoldan poğaça ve kahve alıp Viyana'ya doğru yola çıktık.


Avusturya'ya girince hemen vignet almak lazım. Vignet 8.80 € tuttu.


  VİYANA

 

Otelimiz Hotel İn Hernals (64,80 €). Hemen önüne park edip giriş işlemlerini yaptık. Resepsiyondaki görevli çok yardımcı oldu. Hangi konuda? Tabi ki çözmesi bir muamma olan park yeri konusunda:)

 

Park kartları Tabacco dükkanlarında satılıyor. Onlardan birini tarif etti. 

 

3 €'ya 1,5 saatlik aldık. Daha fazla alamıyoruz. Çünkü bulunduğumuz caddede maksimum park süresi 1,5 saat. Ara sokaklar 3 saat. Akşam 8'den sonra uzun süreli park mümkün. Offf!

 

Neyse, odamıza gittik. Ama o da bir merasim. Uzun koridorlarda renkleri takip ederek bulduk (Bizimki turuncu). Geniş bir oda, temiz bir banyo, tamam.

 

Yakınlarda bir alışveriş merkezi var. Hava serinleyene kadar orada vakit geçirmeye karar verdik: Lunger City.

 

Otoparka girince hemen otopark kartı aldık. Çıkarken okutup ücretini ödeyeceğiz.


Burası da dışarıdan küçük bir yer gibi. Ama çok büyük. Biz sadece restaurant bölümüne gittik.


Şnitzel yemek için çok uğraştık ama pişirenler bize pek yardımcı olmak istemedi. Galiba sadece tavuk ve domuzdan yapıyorlarmış. Biz de yandaki yerde karar kıldık. Orada da bir Türk genci servis yapıyordu.

  

Aynı katta bilardo salonu da var. Snooker masası bulduk diye sevinen beyler oraya koştular.


Gerçekten de bir snooker masası vardı ama doluydu. Büyük bir ciddiyetle oynayan amcalar da pek gidecek gibi değildi. Onlar da birkaç el bilardo oynamakla yetindiler.

Artık gezme zamanı. İlk durak Hofburg Sarayı.













Meşhur Kraliçe Sisi'nin sarayı. Kolayca bulduk. Şehir merkezinde. Önüne park ettik:)

 

Kızım buraya bayıldı. Zaten bu nedenle tatil boyunca geldik gittik saraya uğradık:)





  


Fotoğraftaki gibi içinden trafik akan bir saray. Giriş, gezmek, dolaşmak, arabayla geçmek ücretsiz. İçerideki Kraliçe Sisi'nin eşyalarının sergilendiği bölümler ücretli.

 



Saray birkaç binadan oluşuyor. İç avluda da binalar var.



 


Bahçeden soğutulmuş su içmek de mümkün.


Buradan Belvedere Sarayı'na doğru yola çıktık.


Türk ordusuna karşı başarı gösteren bir komutana hediye edilmiş, biraz daha küçük bir saray.



Bu sarayın hem ön bahçesi hem de arka bahçesi oldukça büyük ve bakımlı. Bahçesinde spor yapan, yürüyen çokça insan var.





Eski şehre dönüp arabayı kapalı bir otoparka bıraktık. Nitekim yol üstünde park yeri bulmak mümkün değil.


Viyana'da şinitzel yemek istiyoruz. En iyisini yapan yer olarak da Figlmüller üzerinde bir temayül var. 

 

Biz de bulduk orayı. Ama girmek ne mümkün. Kapıda kuyruk var. Uzakdoğulular sabırlı insanlar. Sırada bekliyorlar. Ama biz beklemedik. Yakında bir yerde akşam yemeğimizi yedik (16 €).

 

 



Meşhur Hoher Marckt Saatinin yakınlarında popüler bir kafe var: Cafe Zanoni Zanoni. Kendimizi oraya attık. Hava hala sıcak ve yukarıdan soğuk hava üfleyen bir sistemleri var (Bunu unutmayın, dönüşte bu konudan tekrar bahsedeceğim.).


Tatlısever bir aile olarak menü bizi mest etti. Büyük bir ciddiyetle tatlıları seçtik:)


Strudel dışındaki tüm tatlılar oldukça başarılıydı. Kahve eşliğinde çok iyi gitti.


Viyana'nın tarihi kısımında zevkle dolaştık. Aziz Stephen Katedralini şöyle bir gezdik. 




Arabamızı otoparktan aldık. Bugün toplamda 17 € park ücreti ödemişiz. 


En sonunda çok beğendiğimiz Hofburg sarayına su içmek için tekrar uğrayalım, dedik:) 

 

  

Saray gece başka bir güzellikteydi. O sakinlikte dinlendik.

Sabah otelden çıkış yaptık. Marketten kahvaltı için poğaçalar, meyve suyu ve soğuk kahve aldık. Tomtom bizi Schonbrunner Bahçelerine kadar götürdü. Eşim ve oğlum bu bahçenin adını telaffuz edebiliyorlar. Helal olsun:)


Girişte otopark (ücretsiz) var. Kapıya yakın bir yere park ettik. Maksat yorulmayalım. Ama başımıza geleceği bilmiyormuşuz.

Girişte yol çatallaştı. Biz soldaki yoldan gitmeyi tercih ettik. Bir ormanın içinde güzel bir toprak yol evet ama çok uzun. Yürü yürü bitmiyor.





Birbirimize küçük çocuklarla gelmiş aileleri gösterip cesaret veriyoruz ama gerçekten yorulduk. 




Her tatilden önce biraz yürüyüş antremanı yapmaya karar veririz. En çok bizim evin birkaç yüz metre uzağındaki pastaneye kadar yürüyüp orada dinleniriz:) Şimdi bunun acısı çıkıyor.

Ve yol bitiminde bizi şu manzara karşıladı:



 



Sol tarafta hani şu labirent bahçelerden var. 

 

 

 

Oldukça geniş ve güzel bir bahçe. Peyzajı için çok bahçıvan çalışıyormuş.

Sarayı gezmek için iki türlü tur var. Biri uzun tur,  diğeri daha kısa süreli imiş. Ama biz o işlere hiç girmedik. 

Bugünkü kahvaltımızı da sarayın bahçesinde yaptık:)

Aslında kraliyet ailesi kahvaltı yapmak için aşağıdaki yeri yaptırmış. Önüne de bir gölet kondurmuş. Burada kahvaltı önemli yani:)

 

 

 
Buradaki saray, kraliyet ailesinin yazlık sarayı. Hofburg Sarayından buraya atlı arabayla gelmek gerçekten  yorucu olmalı. Biz bahçesinde yürüyemedik. 

 

 

 


Gelirken yokuş inmek iyiydi de şimdi yokuş çıkacağız. Zarif eşim inerken sağda kalan yolun eğiminin daha az olduğunu keşfederek oradan dönmeyi teklif ediyor. Sevinçle kabul ediyoruz.

Burayı çok beğendik ama mutlaka daha kolay gezilebilir bir yolu olmalı. Mesela sarayın sırtındaki yoldan yürüyerek gelmek gibi. Bir dahaki sefere denenebilir. Belki o zaman hayvanat bahçesini de gezebiliriz.

Aklımızda kalan birkaç yer daha var. Ama onlara da dönüşte gitmek üzere litresi 1.10 €'dan benzin alıp yola çıkıyoruz.

Hedef Prag ya da Praha:)
 

PRAG

 

Yolun 330 km olduğuna bakmayın. Yol yapım çalışmasından ötürü saatlerce sürdü. Brno'dan sonra durum çıldırtıcı bir hal aldı. Çoğunlukla trafik durma noktasındaydı. Yolda bir Mc Donald's bulup kendimizi oraya attık. Hem de internete bağlanıp A-O Prague Rhea'dan yer ayırttık. 

 

Otelimiz şehrin girişinde bir otel. Çok yüksek olması nedeni ile uzaktan da seçiliyor. 36 €. 4 € da şehir vergisi ödedik. 2 odalı, geniş, balkonlu. 

 

150 €'yu 3900 Koruna olarak bozdurduk. 

 

Şehri gezmeye çıktık. Çelebi Alper'in önerdiği V Kronni'de yemeye karar verdik. Ancak hem tamamen doluydu hem de yoğun bir sigara dumanı tabakası vardı. Çocuklarla orada yemek yemek mümkün değil. 

 

Aynı caddede iki restaurant açıktı. Biri uzakdoğu mutfağı diğeri de İtalyan mutfağıydı. Çok cazip gelmedi.

 

Bu arada bizim park çilesi de başladı. Mavi yerlere park edemiyorsunuz. Onlar civarda oturanların park yeri. Siz ancak beyaz yerlere park edebilirsiniz. Tabi boş yer bulabilirseniz.

 

Ortalık oldukça tenhalaştı. Açık yer bulmak neredeyse imkansız. Bir yer bulup giriyoruz. Dağıstanlı bir genç. Türkçe servis yapıyor. Yemeğimizi yiyip karşıdaki marketten de alışveriş yapıyoruz.

 

Gece tenhalığında yolları keşfeden eşim bizi  Petrin Kulesi'ne çıkarıyor. Bölgede çokça tarihi eser ve müze var. Biz de kale surlarının içinden geçip kuleye çıkıyoruz. 

 

 

 

Kule 1891'de Eyfel Kulesinden esinlenerek yapılmış. Akşam kapalıymış. Gezemedik. Ama yağmurlu bir yaz akşamında böyle görünüyordu.

 

Hemen yan tarafında finüküler istasyonunu gördük. O da 1891'den beri şehirden buraya yolcu taşıyormuş.

 

Sabah kahvaltı ummadığımız kadar zengin. Türk servis görevlisi neleri rahatlıkla yiyebileceğimiz konusunda yardımcı oluyor. Ama herşey 10'a kadar. Saat 10'da servis bitiyor.

 

Bu ikinci gün konaklama için 43 € ödüyoruz. Rezervasyon yine Booking'den.


Bugün ilk durak TV Kulesi.  

 

Prag bölgelere ayrılmış. Örneğin; otelimiz 1. Prag'ta. Bu kule de 3. bölgede.

 


Üzerinde emekleyen bebek heykelleri var. Güzel bir bahçe içinde. Asansörle çıkmak için içine girdik. 

 

Yukarı çıkmak için beni ikna edemeyen aile bireyleri de çıkmaktan vazgeçiyor. Ama benim de tüm tatil boyu bitmeyecek yüksek yerlere çıkma çilem işte burada başlıyor:) 


Buradan sonra arabamızı akşam keşfettiğimiz büyük metro istasyonu Hlavni Nadrazi'nin otoparkına bırakıyoruz. Burası tarihi şehir meydanına (Old Town) ve gezeceğimiz yerlere çok yakın.

 

İlk olarak karşımıza astronomik saat kulesi çıkıyor. 

 

Tam da saatin çalacağı dakikaya denk gelmişiz. Çok kalabalık. Herkes saate odaklanmış:)


 

Saatin özelliği belli zamanlarda üzerindeki figürlerin hareket etmesi. Kızımı görebileceği bir yere konuşlandırıp biz de bekliyoruz. Saat çalmaya başlayınca bir alkış tufanı kopuyor.

 

 

Gösteri bitti, artık dağılabilirsiniz:)


Staro Mesta Meydanındayız. tarihi doku inanılmaz.

 


Kızım bu meydanda köpük gösterisi yapan bir sanatçının köpükleriyle inanılmaz eğleniyor. Hava artık kapalı, serin. 

 

 

Burada saatlerce vakit geçirilebilir. Nitekim bizim dikkatimizi de bir Korku Müzesi çekiyor. 

 

 

Ortaçağdan kalma bir görüntünün verildiği müzede maskeler de ilgi çekiciydi.

 

Tabi burada Powder Tower'dan da bahsetmek  lazım. Çünkü hem yaya olarak hem de arabayla defalarca altındaki yoldan geçtik. Eskiden şehir kapılarından biriymiş. Her yere yakın. Dar merdivenlerle yukarı tırmanmak da mümkün. 

 

 

 

 

Genel olarak Bohemya kristalleri ağırlıklı bir alışveriş gözlemledik. Sertifikalı olmalarına dikkat etmek lazımmış.


Alışveriş için Havelske Trziste de oldukça rağbet görüyor.





Meydanda bir restauranta oturduk. Belediyenin işlettiği bir yer olduğunu biliyorduk. Çek mutfağı denemek için uygun görünüyor. Ama servisin ağır işlemesinden dolayı kalkıyoruz.


Hemen ileride bir alışveriş merkezi var:Palladium. Üst katı tamamen restaurant. Değişik mutfaklar var. Suşi restoranı çok kalabalık. Lübnan mutfağı da öyle. Ve evet, onun yanında da Çek mutfağı: Old Prag Restaurant. 


İşte bu bizi mutlu etmeye yetiyor. Önce bir gulaş çorba.

 



Çorbayı güzel bir ekmeğin içinde servis ediyorlar.




Şnitzelse  bir salata ile birlikte servis edildi.

 

Burada yemek yerken AVMnin internetine bağlanıp haritayı inceledik. 

 

Dresden buraya çok yakın. Orta Avrupa turları da Prag'dan sonra Dresden'e geçiyor. Bizimkiler orayı Dede Korkut'un el yazmalarından dolayı iyi biliyorlar. Oraya gitmeyi teklif ediyorum. Ama haritaya bakan kızım "Münih'e çok yakınız" deyince başka bir alternatif doğuyor. Bakalım...

 

Artık arabamızı otoparktan alıyoruz (4 €). Biraz uzaklara gideceğiz çünkü. Hedefte Karl (Karluv) Köprüsü var. 

 

 

Arabayı köprünün altına bırakıp yağmurda dolaşıyoruz. 

 




Nehir  kenarı inanılmaz güzellikte. Yine aynı yerde bir panayır alanı da var. Sokak satıcıları çeşitli yiyecek ve içecekler satıyorlar. Hemen atıştırmak için. 


Bu arada karşımıza Kafka'nın evi de çıkıyor. Bu Kafka'nın Prag'taki iki evinden biri. Müzeye dönüştürülmüş. 

 

 

Çocuklara "Dönüşüm" kitabından bahsediyorum. Oğlum şimdi onu okuyor.

 

Sokaklarda dolaştıktan sonra bu bölgeden ayrılıyoruz. 

 





Tekrar Petrin Tepesinin olduğu bölgeye gidiyoruz. Bizimkiler illa asansörle yukarı çıkacaklar. Beni ikna etmek mümkün değil:) 

 

Onlara kulenin kafesinde tatlı ve kahve ısmarlıyorum, hemen gülümsüyorlar.

 

Akşam yemeğinde yine Çek mutfağını deneyimliyoruz. Bu arada Çek Cumhuriyeti, adını Çekya olarak değiştirdiğini duyurdu.

 

Sabah kahvaltısının ardından otelden ayrıldık. Şehir dışında Fashion Outlet varmış. Eşim rotayı oraya çevirdi. 

 

Kare şeklinde, avlusunda dükkanların sıralandığı büyük bir alışveriş merkezi. Bir çok markayı bulmak mümkün. Kızım çılgınca alışveriş yaptı. Oğlum içinse pek bir şey ifade etmedi:)

 

Plzen'e doğru yola koyulduk. Yarım saat sonra Globus adında bir tesis gördük. Büyük bir marketi var. Gördüğümüz kadarıyla Praglılar buradan çokça alışveriş yapıyor. Bir de yemek alanı var. Her çeşit yiyecek ve içecek mevcut. Tepsinize alıp kasada ödüyorsunuz. 

 



Dana etiyle yapılmış bu yemek ve sosu çok lezzetliydi. 

 

Başka bir kafede günlük tatlı dozumuzu aldık:) (149 Koruna)



 PLZEN

 

Bu moladan sonra az ilerideki Plzen şehrine vardık. Aslında Plzen çok yakın. Ama biz hem o küçük şehri gezmek hem de Münih yolunu kısaltmak istiyoruz.

 

Evet, aile meclisi Münih'e gitmeye karar verdi. 


Bookingten rezervasyon yaptırdığımız Apartmany Slovanska, şehre girince cadde üzerinde. Kolayca bulduk. 3 katlı bir binada bir apartman dairesi. Telefon edip geldiğimizi haber verdik. Şehir haritasında gezeceğimiz yerleri görevli ile birlikte işaretledik. 


Zaten şehrin en önemli özelliği ve gelir kaynağı bira fabrikası. 

 



 

Urquell bira fabrikasını kolayca bulduk. Önüne park etmek mümkün oldu. 

İçeride birkaç müze alanı var. Hepsini gezdik. Açık havada da eski araçları sergilemişler. 

 

 

 

Bir yaya köprüsü ileriye doğru uzanıyordu. Çocuklar merak edip yürüdüler. Şöyle bir yere çıkmış:




 Birkaç binada bira yapımının değişik aşamaları canlandırılmış.




 Ama esas sürpriz bir festivalin başlamış olmasıydı.



 

Serin havaya karşın biraz müzik ziyafeti de yaptık.

 

Burada da bir old town var. Şehir dokusunu oldukça iyi korumuşlar. 


 

Arabayı bir sokağa park edip dolaşmaya başlıyoruz. 


Bir kare yapıp tüm alanı gezmek mümkün.

 


Meydanda Gotic Katedral var. Binalar ve binaların üzerini süsleyen heykeller özellikle dikkat çekici.





Bu da bir dükkanın penceresinden çekildi. Yine bir Türk dizisi, yine biz diziyi tanımıyoruz:)



 

Şehri dolaşırken gün akşam oldu...




Akşam yemeği için Tripadvisorden bir yer seçtik. Hem merkezi, hem de Çek mutfağı: Senk Na Parkanu Pub.




İngilizce sipariş için bayağı dil döktük ama başardık. Ekmeğin sadece iç kısmını servis etmişlerdi.



Tavuk da el yapımı cipsle geldi. Mekan oldukça kalabalıktı. Genellikle Plzen halkı vardı. 590 Korunayı ödeyip otele döndük. 


Otelde mutfak vardı ama biz yan taraftaki fırından birşeyler alıp yolda kahvaltı yapmayı tercih ettik. 


Korunaları bitirmek için de 850 Korunalık benzin aldık.


Malum Avrupa Birliği, sınır yok ama Almanya'ya girdiğimizi anlamak için navigasyona bakmak yeterli oldu. 


O ana kadar bulunduğumuz yerdeki azami hız sınırını yazan navigasyon, birden hiç birşey yazmamaya başladı. Böylece "Alman otobanlarında hız sınırı yokmuş" efsanesinin de gerçek olduğunu öğrenmiş olduk:)


 MÜNİH


 Münih'e girince oğlum tatil boyunca göstermediği tepkiyi gösterdi:


-Aaaa Bayern Münih'in stadyumu!

-Aman Allahım BMW müzesi!

-Bu Mercedes'in binası mı yoksa?


Navigasyon da Münih'e özel bir görünüm aldı. Yolları çok ayrıntılı olarak gösteriyor:) 


Yollar çok kalabalık olmasına rağmen belli bir düzende akan trafik nedeniyle şoförümüz de mutlu. Daha ne olsun.


Rezervasyonumuz Hotel Pension Schmellergarten'da. Odamızda banyo var ama tuvalet ortak. Ama bu konuda bir problem yaşamadık.


Marienplatz'a çok yakın olduğumuzu haritadan ev sahibemize teyit ettirdik. Yürüyerek gidebileceğimizi söyledi. Bizi tanımıyor tabii:)


Marienplatz, şehrin tam merkezinde bir meydan. Hem tarihi yerler var hem de alışveriş mekanları.


Buraya giderken October Fest alanının yanından geçiyoruz.

 

Meydana gelince otopark yeri arıyoruz. Allahtan o sırada bir araç çıkınca Prada ile Gucci'nin önüne parkediyoruz. 


Bizim Astra, önündeki  ve arkasındaki  Porsche'ların yanında pek mütevazi duruyor:)


Hemen park otomatından kartı alıp cama koyuyoruz. 

 

Meydan çok geniş değil aslında. insanlar banklarda çimenlerde oturuyor, yürüyor. 

 

 

Heykeller sigara molasında:)



 

Bir manav tezgahı gören eşim mutlu. Seyahatlerde bize her fırsatta vitamin sağlamaya çalışıyor. Buradan da meyveler alıp yanımızdaki şişelerle yıkayıp bize yediriyor (Çileklerin kokusunu tarif edemem).




Meydanın bu cephesine oturup meyvelerimizi yiyoruz.



Dolaştığımız her yer çok güzel. Aşağıda da New Town Hall var. Bunun da saati meşhur.





Tekrar gelmek üzere buradan ayrılıyoruz. İstikamet English Garden: İngiliz Bahçeleri.


Burayı kolaylıkla bulduk. Büyük bir alan. Navigasyonda da bomboş yeşil bir alan olarak gösteriyor. İçinde de nehir. Arabayla belli bir bölgesi gezilebiliyor. Yürüyenler, spor yapanlar...



 Sadece bir gün buraya ayrılabilir. Giriş tabi ki ücretsiz. 



Ama bizim daha gezecek çok yerimiz var. Buradan oğlumuzu Münih Teknik Üniversitesi'ne götüreceğiz.


Malum, bu okul dünyanın en iyileri arasında. Kısaca TUM. Oğlumuz bu okul hakkında fikir sahibi olsun istiyoruz.

 




Üniversitenin yanındaki sokağa park edip kampuse giriyoruz. Öğrenciler genellikle bisiklet ve scooterle gelmişler.




Fakültenin birine girip içeriyi de geziyoruz. Oğlumuz için üniversiteye az kaldı. TUM da güzel bir seçenek.

 

  Buradan başka bir ilgi çekici noktaya gidiyoruz: BMW Welt. BMW Müzesi. Olimpia Park'ın içinde. İki bölümden oluşuyor. Birinde eski arabalar, diğerinde yeni arabalar var. Sürüş testi de yapılabiliyor.  

 

 

Yukarıdaki geçit, bu iki bölümü birbirine bağlıyor. Karşıdaki yapı da Olimpiyat Stadı. 1972 Olimpiyatları burada yapılmış.

 




Saat itibariyle bir bölümü gezebilirdik. Müzenin bodrum kattaki otoparkına arabayı bırakıp (2 €) asansörle yukarıya çıktık. Bizi böyle çok geniş bir sergi alanı karşıladı. Ondan sonra bir daha oğlumdan haber alamadık:)




Oğlum özellikle yarış arabalarının teknik detaylarıyla ilgilenirken biz de kızımla dolaştık. Tüm arabalara binip poz verdi.






 Arada nostalji de yapmışlar.


 

Arabalar kilitlenene kadar gezdik. En son çocuklar motosikletleri denediler.

 

Şimdi sıra Alleanz Arena'da.  Bu gezdiğimiz yerler aynı hat üzerinde. Bayern Münih'in stadını da kolayca buluyoruz. Daha doğrusu eşim buluyor:)

 

Giriş saat itibariyle kapalı ama otoparkına giriyoruz. 

 

 

 

Stada buradan giriliyor. Otopark kısmı arkada. Maçlar olmadığı için bu alan karavan otoparkı olarak hizmet veriyor. 

Oğlum bol bol fotoğraf çekiyor:)

 

Artık yolları biliyoruz. Staddan çıkıp Olimpiyat parkına dönüyor, bu sefer parkın içindeki açık otoparka parkediyoruz. Bu anlamda Münih bizi hiç yormuyor.  

 

 

Park oldukça büyük, yeşil bir alan. 1972 Olimpiyatları burada yapılmış. Tamamını gezmek mümkün değil ama otoparkın hemen yanında Olimpiyat Kulesi var. 

 



Bizimkiler hemen kuleye koştular, bilet sırasına girdiler. Aile bileti 28 €'ymuş. Bana ne, ben çıkmam, siz çıkın, diyorum, olmaz diyorlar. Allahım, nedir bu kulelerden çektiğim:)


O sırada yukarıdaki restauranttan rezervasyonu olanlar geliyor. Bir de seyir terası varmış. İki taraf da birbirini ikna edemeyince dışarı çıkıyoruz:)


Kule, yaklaşık 300 metre. Çocuklar için katlanayım diyorum, ama yok, çıkamayacağım.


Kulenin hemen önünde bu gölet var, çimlerde tavşanlar koşturuyor.



 

 

Bu huzurlu ortamda dolaşırken benimle dalga geçmeyi de ihmal etmiyorlar:)

 

Buradan tekrar Marianplatz'a gidiyoruz. Arabayı Maximilan caddesine park ediyoruz. Meydan yine kalabalık. Meydandan biraz ilerleyince lokantaların çevrelediği  ortak bir yemek alanını buluyoruz. Burada yerel kıyafetli Almanlar dikkat çekiyor. Oktober Fest'in önizlemesi gibi:)


Yemek yiyip otele dönüyoruz.


Sabah kahvaltısı standart bir kahvaltı. Ardından yola çıkıyoruz.


Yol üzerinde Salzburg var. Önce oraya gideceğiz. Mozart'ın doğduğu şehir...


Aman Allahım! Yol ne kadar kalabalık. Tüm Avrupa bu yoldan gidiyor sanki. Evet, Alman otobanlarında hız sınırı yok ama biz hızımız 30 km'yi bulunca niye seviniyoruz o zaman? 

 

Sadece Alman plakalar değil, Hollanda, Belçika, Romanya plakalarını da sıklıkla görüyoruz. Karavanlar da çoğunlukta. 

 


 

Allahtan güzergah çok güzel. Sağımızdaki solumuzdaki araçlarla artık samimi olduk. Birkaç saat yanyana gidiyoruz:)


Haritadan yol kavşaklarına bakarak, karavanları da göz önüne alarak trafiğin sakinleyeceği noktayı tespit ediyoruz. Nitekim İtalya ve Slovenya yol ayrımlarından sonra normal hızımıza kavuşuyoruz. Galiba karavancılar Como ve Bled Göllerine devam ediyor.

 

 

Artık Alman köyleri hakkında epey bir fikir sahibiyiz.


Salzburg şehir merkezinde bir otopark bulup arabayı bırakıyoruz. Zaten her yer yürüme mesafesinde. 


Otopark Salzach Nehrinin kenarında. Köprüler yeni şehirle Old City'i birbirine bağlıyor.





Şehir haritamız yok ama önemli değil. Bir Uzakdoğulu kafile görüp peşlerine takılıyoruz. Nasıl olsa Mozart'ın doğduğu eve gidecekler:)


Nitekim yanılmıyoruz, rehber onları ve tabi bizi de meşhur Getreidegasse Caddesi'ne çıkarıyor:)



Cadde ana yapısı korunmuş, dünyaca ünlü markaların olduğu bir cadde. Biraz daha yürünce karşımıza Mozart'ın doğduğu ev çıkıyor. 

 




İçeriye belli sayıda turist kabul ediyorlar.  Giriş ücreti yanılmıyorsam 10 €. Bizim kafile hemen sıraya girdi:)


Çocuklara kısaca Mozart'ın hayatını anlatıyorum.Çocuk yaştan itibaren konser vermeye başladığını, Mehter Marşı'ndan esinlenerek Türk Marşı'nı (Alla Turca) bestelediğini...




Yukarıdaki Dom Meydanı'nda Salzburg Katedrali ve tarihi çeşme var. Her yer yürüme mesafesinde.







Festungsberg Tepesi'nde finükülerle çıkılan Hohensalzburg Kalesi var. 





Finükülerin karşılılı seyahati çocukların çok ilgisini çekti. Oğlum fotoğraf için iyi bir açı yakalamak istedi. 

 

En iyi açıyı da St. Peter Mezarlığı'nda bulduk. Burası rotamıza almayı arzu ettiğimiz bir yer değildi ama bu vesile ile de görmüş olduk. 




Çiçekler içinde, bakımlı bir mezarlık. Bazıları heykellerle süslenmiş aile mezarlığı şeklinde.




Meydanlar hem gezmek için hem de alışveriş için oldukça uygun. Sokak sanatçıları da ilgi çekici...

 

 

 

Pasta ve tatlı çeşitleri inanılmaz. Bir fırına girip neredeyse tüm çeşitlerden alıp hepsinin tadına bakıyoruz.


Daha gezilecek yerler var, Mozart'ın yaşadığı ev, Mirabell ve Hellbrunn Sarayları gibi ama biz Viyana'ya doğru yola çıkıyoruz. Bekle bizi Hofburg Sarayı:)


Bu sefer rezervasyonumuz Hotel Kaffeemüfle'den (75 €). Arabayı otelin önüne bırakıp odaya yerleşiyoruz. Otel Mısırlı'ların. Bize birkaç restoran tavsiye ediyorlar. Ama yağmur başlayınca biz yürüyerek yakın yerlere bakınıyoruz. 


Aaaa... Nesil kebap. Evet Türklerin işlettiği bir yer. Bizim için döner, pizza ve Avrupa'da pek popüler olduğunu gördüğümüz felafel (bulgurlu sebze köftesi) hazırlıyorlar. 


Yemekten otele dönünce arabanın camında bir ceza makbuzu bizi bekliyor. Haydaaa...


Resepsiyondan yolun parka uygun olduğunu öğrenmiştik oysa. Diğer arabalara da bakıyor ve durumu çözüyoruz. Gelişli gidişli yolda bizim yönümüz ters tarafa doğru. Yani U dönüşü yapmak yerine diğer şeride geçerek park ettiğimiz belli. Bu da bizim 2. cezamız, olsun. 


Arabayla tarihi şehir alanına gidiyoruz. Bu sefer oldukça tenha. Nice'deki patlamanın etkisi olduğunu söylüyorlar.


 

 

Ne de olsa Viyana'ya 2. gelişimiz:) Tecrübeliyiz, arabayı bir ara sokağa bırakıp yürüyoruz.


Hoher Marckt Saatini gece de fotoğraflıyoruz. Bu saatin özelliği rakamların hareketli oluşu. Prag'daki gibi öğlen bu saatte de gösteri var:)


Tatlı olarak yine Zanoni Zanoni'yi tercih ediyoruz. Yukarıda havanın çok sıcak olduğu bir akşam oturduğumuzu ve tentelerden soğuk su üflendiğini belirtmiştim.


Bu akşam da ısıtıcılar çalışıyor ve sıcak hava üflüyor. Sanki üzerinden sadece birkaç gün geçmemiş gibi...


  



Yine muhteşem tatlılar ve kahve ile akşamı bitiriyoruz (18,5 €).  


Otele dönerken Hofburg Sarayı'na da uğramayı unutmuyoruz:)




Evet saray, evet tarihi eser ama giriş açık olunca bir de içinden yol geçince günün her saati uğramak mümkün.  


Sabah çocuklardan önce kalkıp yürüyüşe çıktık. Biraz ilerideki fırından poğaça, börek aldık. Otelde kahvaltımızı yapıp ayrıldık.

 

Eşim bize sürprizi olduğunu söylüyor ama önce Viyana Teknik Müzesine gidecekmişiz. İnternetten adresini alıp navigasyona giriyoruz, kolayca buluyoruz. Önünde park yeri mevcut ve hafta sonu ücretsiz.

 

 

Oldukça büyük bir müze. 4 katlı. Her galeriyi gezip mümkün olanları denemeye kalksan bir gün yetmez. Öyle görünüyor.




Müze, öğrenciler için ücretsiz. Girişinde bizim gibi yorgun ebeveynler için dinlenme alanı mevcut:)


Yeni istikamet Hundertwasser Evi.


İtiraf ediyorum, gezeceğimiz şehirler hakkında genel bilgilerim vardır. Gitmeden önce nerede ne yenir temalı araştırmalar yaparım ama onun dışında pek ayrıntıya girmem. Çünkü bilirim ki eşim bizim için araştırmış, haritadan bakmış, gezeceğimiz yerlere göre bir güzergah oluşturmuştur ve yolları da mutlaka hatırlayacaktır. 

Böylece biz de daha önce hiç duymadığım bu evlere gelmiş olduk:)






Bir sanatçının yaptığı 54 evden oluşan bu sokak tablo gibi. 





Balkonun birindeki mangal ayrıca eğlenceli.


Şimdi sıra eşimin sürprizine geldi:Pratel!


Evet, Viyana'da  büyük bir eğlence parkı var. Kapalı otoparkına park edip (4 €) parka dalıyoruz. 

 




Burası zamanında kralların avlanma alanı olan ormana kurulmuş bir lunapark. Orman da  korunmuş, İçinde parklar ve yürüyüş parkurları var.


Diğer alan tamamen oyun araçlarından oluşuyor. Şu garip yükselmeli, ters dönmeli oyuncaklar, sulu, ıslatmalı kayıklar gibi.


Bakalım bizim başımıza ne gelecek? Biraz dolaşıp gözlem yaptık. Eşimin tehlike arz eden garip oyuncaklara gönlü yok. Dönme dolapta karar kılıyorlar.

 


 


Tamam, diyorum siz binin. Olmaz diyorlar, 32 €'ya aile bileti alıp beni zorla bindiriyorlar.  

 

Buraya kadar iyi dayanmıştım oysa, ne kuleler atlatmıştım ama bundan kaçamadım. Açıkçası 120 yıllık bir dönme dolapla niye 65 metre yukarı çıkıyorum, onu da anlamış değilim:)

 




 Kabul ediyorum, yukarıdan manzara oldukça güzel.


En tepedeki vagon bir iki dakika orada duruyor, manzara seyrediliyor, sonra sıradaki vagon tepeye gelip bekliyor. 

 




Bu vagon bir restoran gibi döşenmiş. İki kişilik bir masa ve mumlar var. Tahmin ediyorum, bu vagona binen kadın, az sonra evlenme teklifi alacağını öngörüyordur:)





Bitse de insek:)


İnince dışarı çıkmak için hediyelik eşya dükkanından geçmek gerekiyor. O dükkanda görüp bayıldığım camdan yapılmış iki kolyeyi dönmedolapta onları yalnız bırakmadığım için eşim hediye ediyor. 

 

Çocuklar botla binilen aquaparkta karar kılıyorlar. 

 



Deminki halimi gördükleri için bana ısrar etmeyip kendileri biniyor (13,5 €). Ama bot hem hızlı iniyor hem de kendi etrafında dönüyor, korkunç. Nitekim  içerideki kameralarla çekilmiş fotoğraflarda hepsi çığlık atarken görüntülenmiş. Fotoğraflara çok güldük.


O kadar vakit nasıl geçti anlayamadık. Ama artık Viyana'ya ve Avusturya'ya veda zamanı. 

 

Buradan Bratislava'ya doğru yola çıkıyoruz. 


BRATİSLAVA


Slovakya  girişinde küçük bir bina var. Oradan elektronik vignet için 10 € ödüyoruz. İnternet bağlı iki bilgisayardan da otelin harita bilgisi için yararlanıyoruz. Görevli gelip yardımcı olabileceğini söyleyince de birkaç nokta hakkında bilgi alıyoruz. 


Bu fotoğrafı internetten aldım:)

Şehre girerken bu köprüden geçiliyor. Üzerindeki Ufo görünümlü restoran (UFO Observation Deck) pek meşhur. Ama biz navigasyona şehir merkezi yazdık ve devam ediyoruz. 


Merkezde cadde üzerine park edip Old Town'a dalıyoruz. 

 

Gezmeye bu noktadan başlıyoruz ve mimariye bayılıyoruz. 

 


Gezdiğimiz bir çok şehirde bu yön levhasından var (Kilometre Zero). Bulunduğunuz noktanın başka şehirlere uzaklığı ve o şehirlerin hangi yönde olduğu işaretlenmiş. 

 

Görmek istediğimiz birçok şehrin (Oslo gibi örneğin) kilometre olarak yakınlığı, bizi cezbediyor.  

 

 




Bu St. Michael Kapısı, kentin ayakta kalan tek kapısı. Hemen solunda daracık bir yerde bir ev var. karşınıza birden çıkıveriyor. 


St. Michael Caddesinde bolca kafe ve hediyelik eşya dükkanı var. Alışveriş için uygun yerler.


 Gezerken karşımıza Poor Clares Kilisesi çıkıyor.



Sokaklar oldukça sakin. Eşim Stare Mesto'da (yani eski şehirde) olduğumuz bilgisini veriyor:)


Gözümüze kestirdiğimiz bir restoranda yemek yiyip karşıdaki Mc Donalds'tan da dondurma alıyoruz. İnternete bağlanıp gelen mesajlara cevap verip devam ediyoruz. 

 




Bu kanalizasyon işçisi heykeli (Cumil), şehrin simgelerinden. Her sokakta başka bir heykel karşınıza çıkıyor. 

 




Büyük meydanda İsrailli öğrencilerin klasik müzik konseri varmış. Biraz dinleyip artık otele gitmeye karar veriyoruz. 



Otelimiz Penzion Hvizda. Yeni şehir tarafında. Stare Mesto'dan sonra modern yapıları, apartmanları, köprüleri görmek değişik geliyor. Otel yolu üzerindeki büyük marketi de sabah için not alıyoruz.


Otel için 64 € ödüyoruz. Park yeri de var. Artık dinlenmek lazım. Akşam 10 oldu nitekim.


Sabah, mimlediğimiz marketten poğaça, şahane börekler ve kahve alıp yola çıkıyoruz.

Yolda benzin 1,02 €.


TRNAVA

 

 


Yol üzerinde Trnava şehri, eşimin görmemizi istediği bir yer.


Şehir merkezinde arabayla kent meydanının yanına kadar gelip park ettik. Park metreye para yatırıp (1 €) cama koymayı unutmadık:)


Old Town, trafiğe kapalı bir alan. Tüm tarihi eserler de bu alanda. Gezmesi hem kolay hem keyifli oldu. 

 

 

  

 

  Üstelik bu meydanda belediyenin ücretsiz wi-fi hizmeti var.

 

 

 


Yolda Bratislava'dan aldığımız vişneli ve kavunlu kofolayı içiyoruz. 


Kolaya alternatif olarak üretildiğini tahmin ettiğimiz, kola diye aldığımız ama asitli olmayan bir içecek. Buralarda pek popüler. Kafein oranı ile kahveye göz kırpıyor denilebilir. Biz tekrar almaya gerek görmedik:)


NİTRA

 

Bu şehir Osmanlı döneminde Litra imiş. Sonradan Macarca olan Nitra ismini almış. Trnava'dan daha büyük bir şehir.




 Ş
ehir merkezine park edip dolaşmaya çıkıyoruz.




Kent meydanında sinagog tursitlerin ilgisini çeken yerlerden.

Park yeri ararken bir alışveriş merkezi görmüştük: mlyny.

Birkaç tane daha avm var. Nüfus kalabalık demek ki.


Biz yemek için mlyny'yi tercih ediyoruz. Yemek katında ev yemekleri yapan bir yerde yöresel yemekleri tatmak hoşumuza gidiyor (15 €). 





Burada pirinç pilavı bulunca hasret gideriyoruz.  

 

 

  Patatesi çok tükettiklerini söylemeye gerek yok sanırım:)

 

 

Girişte kumdan heykeller sergisi var. Yukarıdaki heykel, 1 €'nun önünde yatan Aylan Bebek heykeli. Her şeyi nasıl da özetlemiş...

 

ESTERGON

 

Trnava'da da Nitra'da da kaplıca ve spa havuz ve otelleri var ama biz bu hakkımızı Estergon'da kullanacağız. 

 

 

Slovakya'dan Macaristan'a bu köprü üzerindeyken giriyoruz (Maria Valeria Köprüsü). İki şehir arasında çalışanlar genellikle bisikletle gidip gelirken turistler de bu sınır geçişini yürüyerek yapmayı tercih ediyorlar.

 

Bizim Estergon'da ilk durağımız aquapark. Bu sürprizden haberi olmayan çocuklar havaya uçtular. Genellikle havanın kapalı seyrettiği Orta Avrupa'da yüzme fikri onları mutlu etmeye yetti.

 

Havuza giriş ücretleri Estergon halkı için daha düşükmüş. Bizden 23 € aldılar.


Bahçede de büyük havuzlar ve kaydıraklar var ama biz kapalı kısmını tercih ettik. Ama dileyenler içeriden yüzerek dışarıdaki havuza bağlanabiliyorlar.


Kızımla ben akıntı havuzunda çok eğlendik. Hiç bir şey yapmadan havuzda oluşturulan akıntı ile havuzu dolaşmak tam bize göre:)


Oğlum ise kaydıraktan hunharca kaydı.

Havuz kapanış saati 20.00 olmasına rağmen saat yedide herşeyi durdurdular. Geriye sadece havuz kaldı. 


Duşlar ve soyunma salonları da temiz değildi. Biz de üzerimizi değiştirip otele doğru yola çıktık.


Bir gün önce Bookingten eşimin işaret ettiği oteli ayırtırken doğrusu hiç dikkat etmemiştim. Ama Rugby Oteli görünce şok oldum. 


 

Tuna Nehri'nin kenarında. Karşısında Maria Valeria Köprüsü, sağında Estergon Kalesi...




 

Otelin manzarası işte bu. İnanamadım. Otelin yanına park ettik. 

 

Adının neden Rugby olduğunu girince anladık. Burası bir spor kulübü. Arkasında rugby sahası var. Antreman yapanlar vardı.


Odamız ön cephede (35 €). Biraz köhne ama pencereden gördüğümüz manzarada açıkçası umrumuzda değil. 


İnternet sadece bahçede çekiyor. Oldukça kalabalık bir genç grubu var. Onlar bahçede karpuz keserken biz de göl kenarına yürüyoruz.


Kalenin aşağıdan göründüğü yere oldukça yakınız. 

 



Bir köprüden geçip daha da yakınlaşıyoruz. 

 




Çocuklara yol boyunca Estergon'la ilgili tarihi bilgiler vermiştik. Rumeli erlerinin nasıl buralara kadar geldiğini, nasıl fethedildiğini anlatmıştık. 



Bu noktada bir de Barış Manço'dan Estergon Kalesi türküsünü çalarak ambiyansı tamamladık:)

Kalenin diğer tarafını görmek için arabaya ihtiyaç var. Otele dönüp arabayı alıyoruz. 




 

Estergon Bazilikası, kalenin hemen yanında. Saat itibariyle kale kapısı kapalı. Zaten çokça bölümü yeniden yapılmış. Üstelik restore edilirken fazlaca yeni görünümlü malzeme kullanmışlar.


 

Buradaki kilise zamanında Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş. Macarlar bu camiyi yıkarak yerine bu bazilikayı yapmışlar.

 

 

 

Manzara inanılmaz.


Işıklardan da anlaşılacağı üzere karşı kıyıdaki Slovakya şehri daha büyük ve canlı. Eşim akşam yemeğini orada yemeği teklif ediyor. 


Her ne kadar akşam yemeğini başka ülkede:) yeme fikri kulağa cazip gelse de buralarda yiyelim, diyoruz. 


Ama arabayla şehir merkezine gidince (Tomtom'a şehir merkezi yazarak) bunun iyi fikir olmadığı ortaya çıkıyor. Bir yaz akşamı, hava yeni kararmış ama her yer kapalı, hatta trafik ışıkları bile gece modunda, sadece kırımızı ışık yanıp sönüyor.


Bir tane dönerci buluyoruz. Allahtan gyros dedikleri döner, fast food olarak çok tutuluyor. 


Şehirden gençler var. Onların siparişinden sonra tek çalışan, bizim de siparişlerimizi hazırlıyor. 

 

Artık otele dönüyoruz.

 

Sabah otelin kahvaltısı pek cazip görünmüyor. Yolda kahvaltı yapmaya karar veriyoruz. 

 

Bu arada otelin salonunda gençleri tango dersinde görüyoruz. Demek ki buraya tango kampı için gelmişler.


VİŞEGRAD

Budapeşte'ye gitmek için Tuna Nehri kenarından bir güzergah takip ediyoruz. Çünkü görmek istediğimiz şehirler var. 


Bunlardan biri Vişegrad. Burayı Evliya Çelebi de gezmiş. 


Burada kaleyi gezmek istiyoruz. Vişegrad, yüksek kale demek zaten. Ama ne mümkün. Yol üzerine park etmek mümkün değil, mevcut park yeri de dolmuş. 



Kaleye giriş buradan. Hemen yanında küçük bir hediyelik eşya dükkanı da var. 


Aşağıya inerken manzara inanılmaz. 

 


Tuna Nehri'ni boydan boya gezen gemi turları var. O da oldukça zevkli olmalı.



Kale artık yukarıda kaldı.



Vişegrad'ı hemen çıkarken gördüğümüz bir marketten kahvaltılık bir şeyler alıp devam ediyoruz. 


SZENTENDRE


Vişegrad'dan hemen sonra Szentendre'ye giriyoruz. Bu iki şehre de Budapeşte'den otobüslerle ve trenle ulaşmak mümkün. Günübirlik turlar da düzenleniyor.

 

Arabayı park edip dolaşmaya başlıyoruz. 


Başkente yakın olunca  (25 km) bayağı bir turist kalabalığı göze çarpıyor. 





 

Nüfusun çoğunluğunu Sırplar oluşturuyormuş. Burada el sanatları çok yaygın olduğu için buna yönelik dükkanlar da çokça var. Biz şehir merkezini gezip tarihi tulumbadan su içiyoruz. 



Tuna Nehri'nin kıyısında biraz yürüyüş yapıp Budapeşte Bankası'na giriyoruz. Çantamızda kalan Çek Korunasını Front ile değiştireceğiz.

 

 

 

İşlemler biraz uzun sürüyor ama başarıyoruz.  

 

BUDAPEŞTE

 

Evet, tekrar Budapeşte'deyiz.  Şehrin girişinde benzin alıyoruz. Arabayı dolu depo ile teslim edeceğiz çünkü.


Yemek için yer aramayı düşünmüyoruz. Yakınlarda Orta Avrupa'nın en büyük alışveriş merkezi olduğu söylenen West End var. Navigasyonla kolayca bulup otoparkına giriyoruz. Hakikaten içinde Hilton bile var:)

Biz diğer kısımları ile ilgilenmeyip direkt yemek bölümüne gidiyoruz.

 



Klasik fast food ile dünya mutfakları var. Herkes zevkine göre takılıyor. Telefonları da şarja takıyoruz.


Şahane bir pastaneden de değişik tatlılardan bir tepsi yapıp son noktayı koyuyoruz (Yemek 6000 Front).

 

Buradan otel de yakın. Eşyalarımızı bırakıp gezmeye devam...


Bir önceki gelişimizde Gül Baba Türbesini akşam karanlığında bulamamıştık. Bu sefer Türk Sokağından girip kolayca buluyoruz.


Arabayı park ettikten sonra merdivenle bir küçük tepeye (Gültepe) çıkmak gerekiyor. Sokak da yokuş zaten.






Burada çocuklara Gül Baba ve Bektaşilik hakkında bilgi verip dua ediyoruz.

 




Gültepe'nin manzarası da müthiş. Budapeşte'yi bu açıdan görüyor. 

 

Resepsiyon görevlisi Attila, Margaret Adası'na gitmek için toplu ulaşım alternatiflerini saymıştı. Ama biz arabayla gideceğiz.


Margaret Adası, Tuna'nın ortasında büyük bir ada. Tuna Nehri'nin üstündeki köprüden tabelaları takip ederek adaya kolayca ulaşıyoruz. Park yeri geniş, problem olmuyor (525 Front).


 

Akşam üstü saatleri. Koşu parkuru oldukça kalabalık. 


Ada 2,5 km. uzunluğunda. Biz otelin de olduğu bölgede dolaşıyor, manzaranın tadını çıkarıyoruz.





Yemyeşil bir ada...

 




Artık gün battı. Yemek için macera aramamaya karar verip West End'e gidiyoruz.  


Alışveriş kısmı ile hiç ilgilenmeyip otoparktan restoran kısmına geçip yemek yiyoruz.


Aynı katta iki de market var. Kahvaltı için poğaça ve meyve suyu alıp çıkıyoruz. Burada da marketlerde poşet verilmiyor.


Tekrar Tuna kenarına gelip park ediyoruz. Hava çok güzel. 

 


 

Karşıda şehrin Buda kısmı...

 

Sabah depoyu kontrol edip araç kiraladığımız yere gidiyoruz. Bulmak için karşısındaki Mc Donalds'ı hedefliyoruz:)

 

Görevli Attila (Evet, herkes Attila), arabanın dört tarafını dolaşıp "perfect" diyor.


Tabi perfect! 4 kişi, 2200 km, 5 ülke gezerek kullandığımız araba, benim arabadan temiz:)


Bizi havaalanına bırakıyorlar. 

 

Wizz Air, çanta ebatları ile hiç ilgilenmeyerek Türkiye'ye son seferlerinden birini yapıyor.


Ah Wizz Air! Ne hayallerimiz vardı. Seninle Budapeşte'den Madrid'e, Milano'ya, Varşova'ya 10 €'ya uçacaktık. Neyse...

 

Bekle bizi İstanbul...

 


Notlar:

1-11. gün geri döndüğümüz bu seyahat toplamda 2.100 €'ya mâl oldu (Uçak, araba kiralama dahil, arkadan gelen ve kredi kartından kesilen trafik cezaları hariç:))

 

2-Budapeşte'de havaalanı içinde bankosu olan firmalardan araba kiralamak daha mantıklı.

 

3-Biz Almanya ayağını spontane ekledik. Biraz daha zaman ayrılabilirdi.

 

4-Estergon, ille de Estergon. Bir daha gidelim, kafa tatili yapalım.


*Fotoğraflar için oğlumuza teşekkür ederiz:)


*Arabayla Avrupa Turu yazımız  bi tık uzakta:)


*Arabayla İtalya gezimiz için buraya bakabilirsiniz:)

 

4 yorum:

  1. Nasıl yorum olmaz böyle bi seyehat paylaşımına anlam veremedim.
    Her neyse; inanılmaz bir deneyim, muhteşem bir yolculuk olmuş. Yazdıklarınızdan birçok tecrübe edindim diyebilirim. Keşke İstanbul içerisinde de fırsatımız olsa da görüşebilsek, yakında bende kız arkadaşımla böyle bir tura çıkıyorum, yazdıklarınızdan birçok notlar derledim. Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, arabayla Orta Avrupa pek düşünülmediği için okunma oranı yüksek ama yorum yok:) Güzel düşüncelerinize teşekkür ederiz. Yardımcı olabildiysek seviniriz.
      Küçük bir Avrupa turundan yeni döndük. Onu da yazabilirsek iyi olur...
      Size ve kız arkadaşınıza iyi tatiller dileriz.

      Sil
  2. Çok faydalı bir yazı olmuş, elinize sağlık.. bizde yapabilirsek bu yaz düşünüyoruz..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederiz:) Güzel bir tatil geçirmenizi dileriz.

      Sil