12 Ekim 2015 Pazartesi

ARABAYLA BANSKO-SELANİK


                                                             

Zarif eşim Kos Adası tatilinden beri Bulgaristan'daki kayak merkezlerine çalışıyor. Şubat tatili gelince "Bansko'ya ne dersiniz?" teklifiyle geldi bize. 


Biraz da bilgi verdi: Bansko, Kapıkule'den 320 km. Kayak Şampiyonasına ev sahipliği yapmış. Çok sayıda ve değişik zorluklarda pistleri var. Pistlerinden biri 16 km. Çok güzel oteller var. Havuzlu otellerden veya çok yakınındaki Banya bölgesinden kaplıca bir otel seçebilirsiniz. 


Çocuklar otel listesinden Belmont Hotel'i beğendiler. Yüzme havuzu var. Balkan haritasına bakan kızım "Bansko, Yunanistan'a çok yakın. Atatürk'ün doğduğu eve de gideriz" deyince tatilin 2. ayağı da planlanmış oldu.


Yaşasın! Hemen eşyaları hazırladık. Sabah yola çıktık. Hava çok rüzgarlıydı. Zaman zaman fırtınaya dönüyordu. İstanbul'un akşam trafiğine de takılınca Edirne'ye akşam geç saatte varabildik. 


Edirne'ye varınca ilk olarak tarihi çarşıda ciğerci aradık. Dükkanların bir kısmı kapanmış. Ama çarşının girişinde hemen soldaki ciğerci açık. Ciğerlerimiz hazırlanırken içeri kalabalık bir grup geldi. Bansko'dan dönen İstanbul çıkışlı bir turmuş. Bakalım bizi ne bekliyor?


Yemekten sonra biraz yürüyüş yaptık. Selimiye Camii'ni bir de gece gördük. Şahane.



 

Bir gün önce uzun bir yol yapınca öyle saat 6'larda uyanamadık. Kahvaltımızı yapıp 8'de ancak yola çıkabildik. Kapıkule tenha. Bulgar tarafının baraj kapaklarını açtığı ile ilgili bir haber var. Nitekim sınır bölgesi hafiften su dolmaya başlamış.





Güzergah: Edirne-Haskova-Flibe-Pazarcık-Velingrad-Bansko

 

 

 

Yapı Kredi bankosunda 15 günlük yeşil sigortayı 63 €'ya yaptırdım. Daha önceki sigortanın numarasını söyledim, onun üzerinden işlem yaptılar. 

 

Binadaki tuvaletler yine rezalet. 1 TL'yle çalışan turnikelerle girelebiliyor. Ama çok bakımsız.


Kişi başı 15 TL olan yurt dışı çıkış pullarını sınırdaki bir gişeden aldım. İşlemler kısa sürdü. 


Bulgar tarafına geçtik. Yazdan tecrübeliyiz. Bulgarlar, tekerlek yıkama (küçük ve sığ bir havuzun içinden geçtik. Arabanın tekerlekleri yıkanmış oldu.) işleminden 3 €aldıkları için parayı bozuk olarak verdik. 


İlk benzin istasyonunda vignet almak için durduk. Bu vigneti hemen alıp cama yapıştırmak gerekiyor. 1 haftalık vignet 10 €. Benzin istasyonlarında change de yapıyorlar.  

 

Bu tatilde 1€=1.94 Leva. Bu yüzden hesap kolay. Leva tutarını ikiye bölüp kabaca € olarak değerini buluyoruz.  Eşim daha ince hesap yapabiliyor:) Benzin alıp devam ettik. Benzin çok ucuz (1 €).


İlk dikkatimizi çeken husus Sofya'ya giden otobanın büyük bir kısmının bitirilmiş olduğu. Yol gayet rahat. Tarlaları su bastığını görüyoruz.


Geçen sene öğle yemeği için Burger King'te durmuştuk ama şoförümüz Burger King'e gelmeden önce Sofya yolundan ayrılıp  Pazarcık üzerinden Bansko'ya döneceğimizi söyleyince tek yer kalıyor: Mc Donalds. Yol üstünde başkaca yemek yiyecek düzenli bir yer yok. 


Hamburger menülerimiz 24,5 Leva tuttu. Pazarcık'tan güneye doğru ayrıldık. Zaman zaman kar yağışı da oldu ama yollar temiz. 





Gayet iyi giderken Velingrad'da Tomtom bizi şehir merkezine yönlendirdi. Aslında önümüzde kayak takımları port bagaja yüklenmiş arabalar dümdüz devam ettiler ama biz dönmüş olduk. Bizi şehrin başka bir çıkışına götüren navigasyon toprak bir yola girmemiz konusunda ısrarlı. Mecburen aynı yolu geri dönüp kaldığımız noktadan yola devam ettik. Ama çok vakit kaybettik. 

 





 Yol çok güzel. Bir tarafımız dağ, bir tarafımız nehir. Dağın eteğinden incecik demiryolu hattı  (Dekovil hattı) geçiyor. Bazen küçük istasyonlar geçiyoruz.                     

                    

  Çoğu benzin istasyonlarında şifresiz wi-fi var.


 Yol üzerinde bal satan araçlar dikkatimizi çekti. Burada da 5 kilosu 100 TL mi acaba:)





Çocuklar artık yoruldu. Bansko'ya varmamız ve otele yerleşmemiz ancak akşam üstü mümkün oldu. 


Rezervasyonumuz 2 günlük. Günlüğü 50 €. Bansko'da daha ekonomik yerler var ama havuzlu olsun, şehir merkezinde olsun, temiz olsun deyince bu fiyatları buluyor. 


  Odamız güzel. İki yatak odası, bir yaşam alanı ve açık mutfağı var. 





Manzarası da çok güzel. Bembeyaz dağlar karı özleyen çocuklar için mutluluk verici.


Arabayla keşfe çıkıyoruz. Şehir merkezi küçük. Büyük bir market ararken Winter Marketi görüp kahvaltılık ve atıştırmalık bir şeyler aldık.


Marketin hemen karşısında bir sürü mağaza var. Çocuklar için numaralı gözlüklerin üzerine takılan kar gözlüklerinden baktık.


Oralarda bir yerde akşam yemeğimizi yedik. 16.60 Leva tutan yemeğimiz doyurucuydu ve yoğun geçen bu günün sonunda önemli olan da buydu.


Otele dönünce hemen mayolarımızı giydik. Kapalı havuz gayet sıcaktı. Büyüklüğü de fena değildi. Çıkınca sauna aradık. Meğerse sauna en üst kattaymış. Onu da keşfettik. Eşimin yaptığı kahveyle herkes kitaplarına daldı.


Sabah kahvaltısını otelde yaptık. Yan taraftaki daha büyük otelin servisini kullanabiliriz ama biz arabayla pistlerin başladığı noktaya gittik.

Piste bakan cadde değil de arkasındaki sokakta kayak malzemesi kiralayan bir dükkan bulduk. Üstelik burada araba için park yeri de var. Çocuklar için kayak takımı, bot, kask ve gözlük kiraladık. Bir kimliği rehin olarak bıraktık:)


Harita üzerinden pistleri anlattılar. Bizim çocuklara  baby lifti önerdiler.

Pistlere büyük bir otoparktan ulaşılıyor. Gondola da aynı alanda başlıyor. Bizim Gondola ile işimiz yok. Çünkü profesyonellerin kaydığı pistle değil, hemen başlangıçtaki pistle ilgileniyoruz.

Otoparkın ilk 20 dakikası ücretsiz. Yer problemi yok. Arabadan sonra pist başlıyor. Gayet pratik.


Gondolada sabah yoğunluğu var.




 Baby lift burada başlıyor. Günlük kartı 10 Levaya aldık. Her seferinde oradaki görevliye gösteriliyor.


Genelde çocuklar ve yeni başlayan yetişkinler var. Bizimkiler acemi ama gayet başarılılar. 



Kayak malzemelerini bagaja atıp öğle yemeği için yer aramaya başladık. Hemen ana cadde üzerinde Salt&Piper dikkatimizi çekti. Önünde boş park yeri de var. Saat itibariyle henüz tenha. Sıcak, hoş bir atmosfer var. Bizimle Türk bir garson ilgilendi.



Önce etli bir çorba söyledik. Yine biraz yedikten sonra çekmişim:)


Yemeği kuzu tandır ve pizza ile tamamladık. Yemekler çok iyi, fiyat çok uygun. Buraya akşam da gelmek lazım.



Tekrar piste döndük. Çocuklar kaymaya doymuyor. Kayak takımlarını istersek akşam bırakabileceğimizi, kurulayıp bakımını yapabileceklerini söylemişlerdi. Biz de öyle yapıp bıraktık.


Bansko'ya geldiğimiz yönde şehrin çıkışında Banya yolu var. Orada sağ tarafta hemen köşede bir restoran gördük. Akşam yemeği için buraya karar kıldık. İsmini not almamışım. Kafetarya tarzında. Self servis. Ev yemekleri ağırlıkta. Tatlılar da var. 

(Edit: 2 yıl sonraki Bansko tatilimizde de öğle yemekleri için burayı tercih ettik. Bulgar Mutfağı Babuna.)

 



Herkes tepsisine istediği yemeği aldı. Birkaç çeşit tatlı da denedik. Buraya da bir mim koyduk.


 Artık otel ve havuz zamanı. Çocuklar kaymaktan, biz onları takip etmekten, en çok da açık havadan yorulmuşuz. Lobide biraz zaman geçirdik. İnternet sadece buradan çekiyor. Lobi bardan esperesso aldık. Eşim tabletten başka otellere de bakıyor ama biz burayı sevdik.


Kahvaltıyı odada yaptık. Resepsiyona konaklamamızı 2 gün daha uzatmak istediğimizi söyledik. 


Kalorifer sesi yüzünden odayı değiştirmeyi talep ettik. Yeni odayı Deliormanlı bir kat görevlisi gösterdi. Eşyalarımızı taşımamıza yardım etti. Boşalttığımız odanın temizliğini görünce "Biz Türkler hep böyle temizizdir zaten" diyerek odayı temiz kullanmamızı takdir etti:)


Kayak kiraladığımız yere gittik. Oğlum aynı kayağı aldı ama kızımınki bugün farklı. Eşim yine bizi piste en yakın noktaya kadar arabayla götürdü.


Dün şahane kayan kızım bugün bir türlü sabit duramıyor. Devamlı geri geri kayıyor. Bir anlam veremedik. Tekrar aldığımız yere gittik. Kızıma verdikleri kayak boyuna uygun değilmiş. Bu yüzden kayamıyormuş. Hemen değiştirdiler. Kızım öğleden sonra dilediği gibi kaydı. 




  Yine lift için günlük kart aldık. Çocuklar artık liftin sonundaki tepecikten aşağı kayıyorlar. 



Yukarıdaki pistler gözümüzü korkutuyor. Hızlı kayakçılar çocuklara çarpar endişesi taşıyoruz. Ama bu pist de artık çocukları kesmiyor. Arabayla 1 km kadar yukarılara çıktık. Araba için bir cep bulunca çocukları piste çıkardık. Aşağıya kadar keyifle kaydılar. Artık gün bitiyor, yukarıdaki kayakçılar merkeze dönüyor. Görüyoruz ki; hepsi dikkatli. Tehlikeli hareketler yapmıyor, çocuklara dikkat ediyorlar.


Hava 0 ile +1 arasında. Devamlı hareket edince soğuğu hissetmedik. Yukarıdaki pistlerden inenlerden bazıları tişörtlü. Çocuklar da montları attılar zaten:)




Bugün kayak takımlarını götürmedik. Yine bir sorun yaşamak istemiyoruz. Bagaja sığıyor zaten.



Üstümüzü değiştirip arabayla çarşıya gittik. Birkaç mağaza dolaştık. Beyaz bir kar botu bana göz kırptı, 30 Levaya aldık. 


Bu arada Edirne'yi sel basmış. Belliydi zaten. Bizim dönüşümüzden endişelenenler devamlı mesaj attılar. Onlara Edirne'den dönmeyeceğimizi bildirdik. 


Akşam yemeği için Salt&Piper'dayız. Menü Bulgarca. Ama Türk garson siparişlerimize yardımcı oldu, "Patrona söylüyorum Türkçe menü hazırlayalım diye ama beni dinlemiyor" diye de söylendi.  Adam haklı. Etrafımızda çokça Türk masa var. 



Salataya bayılırım. Ohrid'deki gibi peynirli salata söyledim. Şekildeki gibi bol zeytinyağlı ama az peynirliydi. 

           
                                           



                               

Peynir sorun değil, Bulgaristan'dayız. Peynir tabağı da böyleydi:) Rokfor olması da ayrıca güzeldi.




                                 

Çorba  bol malzemeliydi.  Çocuklar ayrıca ızgara sipariş ettiler. Hatta kızımın siparişi menüde direkt "Adana" olarak yer alıyordu:)




                             

Biz bu restoranın sıcaklığını çok sevdik. Dışarıda da kuzu çevirme yapıyorlardı. Akşam canlı müzik de keyfimizi artırdı. 35 Leva ödedik. Bansko'daki 3. günümüz de böyleydi.




Kapalı bir sabaha uyandık. Pist de değişmiş. Gece pist kenarındaki kar makinalarından kar püskürtmüşler. Yeni tepecikler oluşmuş. 

    

Hava hiç açmadı. Yukarılarda hava durumu daha zorlu galiba.


Öğlen arasında eşimin pek merak ettiği Bansko'ya 10 km kadar uzak olan Banya bölgesine gittik. Orada Bookingte büyük bir otel görmüştü. Oteli bulduk. Yol üzerinde zaten. Kaplıca bölgesi olduğu için havuzda kükürtlü su var. Ama havuzu buhardan göremedik. Büyüktü herhalde.


Şehrin dışında olduğu için kayak yapanlar için cazip bir noktada değil. Kaplıca tatili için uygun olabilir. 




Dönüş yolunda Bansko sokakları böyleydi.







  

Çocukları yine arabayla yukarı çıkardık. Bir daha istediler. Tekrar çıktık. Uzun mesafe kaymak çok daha hoşlarına gidiyor.  




Artık yukarıdaki kayakçılar dönmeye başladı. Gün sona eriyor.




Bu akşam Banya Yolundaki self-servis lokantaya gitmeye karar verdik. Çeşit çok. Herkes karışık birer tepsi yaptı. 


Ama kural şu: Herkes her tatlının tadına bakar:) 



Yüzme faslından sonra lobiye indik. Kağıtlar yanımızda. Her akşam olduğu gibi bu akşam da pis yedili oynadık. Kızım da anneannesiyle watsapptan mesajlaşıyor. Telefon kullanma izni alınca sonuna kadar kullanıyor.)

 

Güzergah: Bansko-Simitli-Sandanski-Yunanistan Sınırı_Selanik


Sabah hemen otelin önündeki marketten poğaça türü bir şeyler aldım, kahvaltımızı yapıp yola çıktık. İstikamet Selanik. 

 

Geçtiğimiz yaz, arabaki bir sorundan dolayı Selanik'e gitmiş ama Atatürk'ün doğduğu evi görememiştik. Babası, kızına verdiği sözü tutmaya gidiyor. Yolumuz 220 km. Ama Balkanlarda 220 km, hiç bir zaman 220 km değildir:)


Nitekim yol gayet iyi giderken bir otoban kavşağı yapım inşaatının olduğu noktada navigasyonun başı dönüyor ve bizi bir köy yoluna sokuyor. Allah'tan eşimin yön duygusu kuvvetli. Biraz vakit kaybettikten sonra bizi doğru yola çıkarıyor. 





 

Yol sisli. Sakin sakin gidiyoruz. Sınıra yaklaşınca tabelasızlık  sıkıntısı yaşadık. Bulgarlar sınırı bilinmeyen bir yere koymak istemişler. Ama geçtiğimiz köyden bir amca gayet güzel (Bulgarca:)) tarif etti.





Sınırda küçük bir köy var. Son levaları harcamak için bakkala girdik. Çocuklar için atıştırmalıklar aldık. Bakkalın hemen önünde bir pazar tezgahı vardı.


Sınırdaki Shell hem "son en ucuz benzin" hem de şifresiz internet için iyi.



Sınırda çokça Yunan plakalı araba var. Onlar kimlik gösterip geçiyorlar. Maksatları ucuz benzin almakmış. Öyle günü birlik geçiş yapıyorlarmış. Bulgar gümrüğünden kolay geçtik. 


Yunan gümrüğünde  gişede pasaportlarımızı aldılar, arabayı kenara çekip beklememizi söylediler. Yaklaşık yarım saat bekledik. Neden beklediğimizi  de beklerken anladık. 

Tek memur, bizim işlemlerimiz için vatandaşlarını bekletmek istememiş. Bizim bir pasaportumuzun işlemini yapıyor, o sırada bir Yunan vatandaşı gelirse kimliğine bakıp onu gönderiyor, sonra bizim işlemlere devam ediyor. İlk defa bir sınırda bekletildik. 

 



Yunanistan'da yollarının tamamına yakını otoban. Selanik'e kolayca vardık.


Ulu Önderimizin doğduğu evin adresini Tomtoma girdim.






Adresi bulmakta hiç zorlanmadık. Eşim bir sokak arasına arabayı park etti. Park ettiğimiz cadde, evi şu açıdan görüyordu. 


Evin önündeki zırhlı Yunan polis otobüsü.





















Malum, ev yakın zamana kadar tadilat nedeni ile uzun süredir kapalıydı. Biz açık zamanına denk geldiğimiz için kendimizi şanslı hissediyoruz. 

Evin dış görünüşü çok sevimli. 


  




Ama içeri girince hepimiz şok olduk. Bir evden ziyade soğuk bir müze duvarları karşıladı bizi. Odalar bomboş. Birkaç balmumu heykel, Atatürk'ün şahsi eşyalarının sergilendiği camekanlar, o kadar. 

Manastır Askeri Lisesi ziyaretinde yaşadığımız şaşkınlığı burada da yaşıyoruz. 


Odalarda  kollarını göğsünde kavuşturarak gezen asık suratlı görevli de "ne işiniz var burada" der gibi etrafımızda dolaşınca boğazımıza bir şeyler düğümlendi. 




 Heykellerin çok başarılı olduğunu da belirtmeliyim. 


   


Çocuklarımız Cumhuriyetin getirdiği kazanımların farkında olan bireyler olarak burada bulunmaktan dolayı çok duygulandılar. Böylece bir hayalleri daha gerçek oldu.


Bahçede biraz zaman geçirdik. Yan bahçe Türk Konsolosluğu.  O sırada başka bir Türk grup daha geldi. Sahile yakın bir otelde kalıyorlarmış. Odaya 35 € vermişler.

Eşim o eski bölgedeki otellerin otoparkı olmadığını biliyordu. Arabayı ne yaptıklarını sordu. Kapalı bir otoparka, günlüğü 45 €'dan bırakmışlar. Oğlum, kulağımıza "Araba daha lüks konaklamış" dedi:)



Arabayı yerinden kıpırdatmaya gerek yok. Otopark ücretine karşıyız:) 

 

Taksiye binip Beyaz Kule'ye gitmek istediğimizi söyledik. 3 € tutan seyahatten sonra deniz kenarındayız. Sahil çok tanıdık. Hep söylenir, gerçekten de Kordon Boyu'na benziyor. 

 



 

Sahil boyunca yürüdük. Tüm kafeler dolu. Afrikalı göçmenler bilezik satmakta ısrarlı.


Acıktık. Sahil bandında bir pizzacıya oturduk. Tecrübeliyiz, öyle 4 kişi 4 pizza söylemiyoruz. Bitirmek mümkün değil çünkü. Garson kız, bize Türkçe teşekkür ediyor.





Yemekten sonra bir frappe içmek istedik ama ne mümkün? Kafeler tamamen dolu. Güzel bir kış günü. Kriz ortalarda görünmüyor. Biz de içerilere doğru yürümeye başladık. 


               




  
                       



Meydanlarda dolaştık. Meşhur pazarı bulduk.


  

       

Yine taksiyle arabayı bıraktığımız yere gittik. 

 

Yaz tatilinde şehir dışındaki Di Tania Otel'de kalmış, çok beğenmiştik. Kızım yine orayı istedi. Ama ondan önce Selanik'in büyük bir alışveriş merkezi var, Cosmos, oraya bakalım dedik. İçinde büyük bir market bulursak hediyelik bakarız.


Şehir dışındaki Cosmos'u kolaylıkla bulduk. Otopark için girdikten sonra bir makinada ücreti ödeyip kart almak lazım. Onu hallettik. Mağaza kısmı ile ilgilenmedik. Birkaç hediyelik alıp çıktık. 

 

Kavala yönü hem otel için hem de Türkiye sınırı için güzergahımız. Ama otel hizasına gelince ani bir karar değişikliği ile bu sefer de Kavala'da kalalım, dedik. Hem yarınki yolu yakınlaştırmış oluruz, hem de Kavala'yı görürüz. 


Eşim daha önceden otellerin yerlerine bakmış. Yan yana iki otel olduğunu bildiği bir yere arabayı park etti. İki otelle de görüştü. Nihayetinde 45 € diyen Hotel Esperia'da karar kıldık. Otoparkının girişi arka sokaktan. Cadde boyunca da çok sayıda pizzacı falan var.







Odamız 4 yataklı. Biraz köhne. Sabah gideceğiz zaten. Çok önemsemedik. Eşyaları odaya bırakıp hemen dışarı çıktık. Şubat ayı için çok yumuşak bir hava var.    

                


Sahil hemen önümüzde. Kale manzarası çok güzel.





Sahil boyunca yürüdük. Ölü sezon olunca herhalde pek açık bir yer yok. Bir pastane bulup kahve ve tatlı sipariş ettik. Tatlılar çok lezzetliydi. Aynı yerden Kavala kurabiyesi de paket ettirdik. Otele döndük.


Sabah kahvaltısı beklemediğimiz kadar zengindi. Çok sayıda Mısırlı turist vardı. Nitekim Kavalalı Mehmet Paşa burada ciddi bir turizm kaynağı. Doğduğu evden yola çıkarak bir kente yetecek kadar bir turizm objesi oluşturmuşlar. 


Resepsiyon görevlisi bize güzel bir plan yaptı. Yürüyüş mesafesinde şehir turu yapan tren istasyonunu haritada işaretledi. Sabah 10'da şehir çok tenha. İstasyonu kolayca bulduk, kalkış saatini beklerken turizm ofisinden dokumanlar aldık. 


Tren, birkaç vagonluk küçük bir tren. Tursitlerle beraber güzergahının üzerinde oturan Yunan yaşlılar da bindi. 


Küçük bir şehir turu ile birlikte eski şehri, surları gezdirdi. 

 

İstanbul'dan gelen bir aile ile sohbet ettik (İpsala'dan girmişler. Uluslar arası ehliyet almamak için çok uğraşmışlar. Hatta yanlarında Yunan makamlarının "biz uluslar arası ehliyet istemiyoruz" yazısını da getirmişler. Ama olmamış. Ayhan Sicimoğlu ile beraber mecburen almışlar.).  

 

Sohbete Yunan bir dede de katıldı. Komşularından Türkçe öğrenmiş. 






Otelin otoparkından arabamızı alıp yola düşme vakti. Şehri çıkarken manzara böyle.




             




Yol üzerinde İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç var. Biz 96 km sonraki Gümülcine'de karar kıldık. Tomtom'a şehir merkezi yazdık. Bizi bir camiinin önüne getirdi. Zaten Cuma vakti. Camiinin ön tarafı trafiğe kapalı bir çarşıya bakıyor. 



Beyler abdest alıp camiye girdiler. Biz de kızımla Camiinin önündeki bir banka oturduk.

Yanımızda oturan Gümülcineli Türk hanımlarla sohbet ettik. Kızıyla birlikte oturan teyze tahlil sonuçlarını almak için sağlık ocağının açılma saatini bekliyormuş. Bursa'da da evleri varmış. Antalya'yı ve İstanbul'u da iyi biliyorlar. 


O sırada bir tanıdıkları da geldi. Bu genç hanım nişanlıymış. Nişan alışverişi için buradan İpsala'ya dolmuşlar kalkıyormuş. Tüm çeyizliklerini Türkiye'den alıyorlarmış. Türkiye'deki gibi düğün adetleri pek ağırmış. 


Tabi bizim haberimiz yok ama o sırada içeride de hoca; "20.000 €'ya düğün yapanlarınız var. İsrafa kaçmayın. 2.000 €'yla da düğün olur. Abartmayın, gençlerin önünün açın" konulu bir hutbe vermiş.


Bize yanlarındaki kurabiyeleri ikram eden Gümülcineli soydaşlarımızla vedalaşıp dolaşmaya çıktık.





Çukur Kahve'yi görünce hemen oturduk. Demleme çayı özlemişiz. "Çay daha demlenmedi" cevabını alınca hevesimiz kursağımızda kaldı. Hemen karşıdaki dükkandan da bir kutu Kavala kurabiyesi aldık. Ama sonra test edince gördük ki; Kavala'dan aldığımız kurabiye daha lezzetliydi.


Artık İpsala yakın. Yunan gümrüğünden hemen geçtik. Duty Freeye de uğradık tabi. Kızımın aklında birkaç oyuncak vardı. Onları buldu. Sonra malum çikolata falan.


Yine toplamda 4 kontrol noktasından sonra gümrüğü geçtik.

 

Yol üstünde Kipa var. Artık öğle oldu. Oraya uğrayıp yemek yedik. Marketten biraz alışveriş yaptık. Gelibolu'da daha kısa mesafe olur diye Çardak feribotuna bindik. Deniz çok çalkantılı, feribot çok köhneydi.


Gece Bandırma'da kalmayı düşünüyoruz. Daha önce hiç görmedik Bandırma'yı. Vardığımızda hava kararmış ve yağmur yağıyordu. Ama bu Triadvisorden yiyecek iyi bir yer bulmamızı engellemedi. 

 

İskender yiyeceğiz ama durum biraz karışık. Restoranlardan biri hakiki tarihi, diğeri öz hakiki, tarihi:) Biz yakın olana gittik, dediklerine göre de yanlış olana gitmişiz.




Önemli olan niyet. İskender güzeldi. Üstüne de iki çay içtik. Mis! 

Sabah kahvaltıdan sonra yola çıktık.


Eskişehir girişinden bu yana açız. Ama yol üstünde durup yemek yiyecek bir yer yok. Zarif eşim "yol üstünde Çifteler'de yiyelim mi" diye sordu.  Girelim, bakalım. Şehrin girişinde bir bakkala sorduk. O da "Petek Lokantasına gidin" dedi. "Biz de misafirlerimizi oraya götürürüz."


Tarife göre bulduk. Zaten şehir merkezindeymiş. Bir esnaf lokantası. Yemeklerin hepsi çok güzel görünüyor. Tatlılar da öyle. 


Soğanı ortadan bölüp getirdiler. Kızım için de patates kızartması ikram ettiler. Ekmek çok güzeldi. Yandaki fırından alıyorlarmış. Ben de 2 kocaman ekmek alıp dilimlettim.





Tüm tatlı çeşitlerinden de birer porsiyon geldi. Kaymaklı ekmek kadayıfını bir daha söyledik:) Üstüne çay tabii.


     

Eşim "hemen Çifteler çıkışında Sakarya Başı var" dedi. Sakarya Nehri'nin doğduğu noktaymış. Ana yol üzerinde, solda. 


Nehrin başlangıç noktası burasıymış.


Çocuklara coğrafya dersi verip yolumuza devam ettik. Ekmekler de bagajda mis gibi kokuyor:)



Notlar:

1-Bu gezi toplamda 650 €'yu buldu (Yurt dışı bölümü). Benzin, konaklama, yemek uygun fiyatlarda.


2-Kar yağarken bile Bansko yolları iyiydi. Bir daha gitmek lazım.    



*İki yıl sonra yaptığımız Bansko, Selanik, Kavala seyahatimiz de burada.


*Son Bansko seyahatimiz için de buraya:)


2 Ekim 2015 Cuma

KOS ADASI GEZİ NOTLARI


                                                 

Geçen sene Kurban bayramı için yer arayışı içindeyken  eşim birkaç güzergah önerisinde bulundu. "Adalardan ne alırsınız?" 

 

Biz Kos'u tercih ettik. Eşimin Booking'ten seçtiği, arabamız olmayacağı için merkezi, çocuklar için havuzlu oteller listesini kızıma verdik. Otellerin hepsini inceleyen kızım Angela Otel'de karar kıldığını bize tebliğ etti.


Tatile yol yorgunluğu ile başlamayalım diye bir gece Bodrum'da konaklama taraftarıyız. Bodrum için de Gümbet'te Paradise Apart Otel'den rezervasyon yaptırdık. Türkiye'de Bookingten ilk rezervasyonumuz.

 

Bodrum'a Nazilli, Bozdoğan yolundan gitmeye karar verdik. Maksat pide yemek. 

 

Mikado Pide, o cenahta pek meşhur. Vedat Milor gidip de çok beğenince biz de gidelim dedik. Adresi kolay, Hükümet caddesinde.  Ziraat Bankası'nın yanında kolayca bulduk. 

 

Kıymalı, kuşbaşılı, yumurtalı ve bir de kapalı pide sipariş ettik. Az sonra öğlen arası oldu ve kurumlardan çıkanlar salonu dolduruverdi. Ama yine de sipariş gecikmedi.




Pidelerin  üstüne birer parça kaymak konmuştu. 





Lezzet muhteşem, porsiyonlar büyüktü.


Yola devam. Yatağan civarında Kaplumbağa Terbiyecisi adlı eseriyle maruf Osman Hamdi Bey'in evi olduğuna dair tabelalar gördük ama başka sefere dedik. Zira hem yüzmek hem de feribot biletlerini halletmek istiyoruz.


Bozdoğan'dan sonra yol biraz virajlı. Ama manzarası şahane. Artık bu yoldan gelmeyiz. Ayrıca başka bir güzergah yapıp bir de Yenipazar'da pide yemeli, değil mi?


Bodrum'da bayram kalabalığı başlamamıştı. Oteli kolaylıkla bulduk.  Odalar da, havuz da gayet iyi. 




Gümbet Plajı da oldukça tenha. Yüzüp şöyle bir yorgunluğumuzu attık. Kuzey Egeci bir aile olarak Bodrum'a ilk gelişimiz. Her fani bir gün Bodrum'a gelecekmiş meğer:)      


Artık akşam oluyor. İstikamet liman. Ortalık burada da sakin ama araba çok. Park edecek yer bulabilmek için iki defa turlayıp bir yer altı otoparkına arabayı bıraktık. 


Limanda alışveriş tezgahlarını dolaştık. Bodrum Kalesi'ni gezmek istedik ama
kapalıymış. 


Limanın ucunda Yeşil Marmaris Lines acentasını bulduk. Yol boyunca hem Bodrum hem de Marmaris bürolarını defalarca aramıştım ama açan olmamıştı. 


Yarın sabah için 4 kişilik gidiş-dönüş bileti aldık. Sanırım 320 TL ödedik. Dönüş tarihimizi açık bıraktık. Duruma göre bakacağız.


Akşam yemeği için deniz kenarında bir pizzacı seçtik. Tat standart, gurup anlatılmazdı.


Artık otele dönme zamanı. Otoparka kadar yürüyüp otele döndük. Yarın için dinlenmek lazım.


Arabayı limanın otoparkına bıraktık. Liman girişinde bir veya iki günlük bir ödeme yaptık. Dönüşte üstünü tamamlayacağız.  

 

Arabayı şöyle ayak altı olmayan ama dönüşte de kolay çıkacağımız bir yere park ettik. 


Check-in kuyruğu bayağı uzamıştı. Hemen iş bölümü yaptık. Ben sıraya koşarken, eşim eşyaları (2 kabin ölçülerine uygun valiz, bir sırt çantası) ve çocukları getirecek.


Gişeden kişi başı 15 TL olan yurt dışı çıkış pulunu aldım. Görevli, pasaporta yapıştırmanıza gerek yok, dedi. Bir pasaportun arasına koydum. Artık hazırız.




Çıkış işlemlerini yaptırdık. Kalkış saati 9'da. Yolculuk 1 saat  sürdü. Kitap okuduk.

(Sol öndeki ile yolculuk yaptık.)



Yunan gümrüğünde AB pasaportlular pasaportu kimlik gibi gösterip geçerken biz Others'lar, kuyruğa girdik. Pasaportlar damgalandı, adaya giriş yaptık. Bir taksiye binip aslında yürüyüş mesafesinde olan otelimize gittik. 

 

Bodrum'da Angela Otel'den 2 günlük rezervasyon yaptırmıştık. Şoför oteli biliyormuş. Hemen vardık. 

 

İyi ki taksiyle gelmişiz çünkü otelin tabelası yoktu:) Şoförde bir ada fiyat listesi vardı. Nereden nereye ne kadar tutuyor, fiyatlar standart olarak belirlemişti.


 Görevli odamıza götürdü bizi. İngilizce konuşuyorduk. Odayı tanıtırken Türkçe konuştuğumuzu duyunca o da Türkçe konuşmaya başladı. Meğerse oralı Türklerdenmiş. 2 odalı, mutfaklı, havuza bakan odamızı pek beğendik. 


Yakından geldiğimiz için yorgunluk yok. Keşif ve yemek zamanı.


Limana çok yakınız, ada merkezindeyiz. Sırt çantamızı eşime yükleyip yürüyerek merkezi dolaşmaya çıktık.






Bizi geniş bir meydan karşıladı. Restoranlar, kapalı bir pazar ve Defterdar Camii. Alt katında dükkanlar olduğu için dik bir merdivenle camiiye çıkılıyor. 



Bir sokak arasındaki gyrosçuda karar kıldık. Tavuklu sipariş ettik. İçinde tavuk döner, patates kızartması, soğan, marul ve sos olarak da cacığa benzer yoğurtlu bir sos var.



Hemen meydandaki kapalı pazara daldık. Meyve-sebze, hediyelik eşyalar pazar düzenindeydi. Ama tek kasadan ödeme aldılar. Birkaç atıştırmalık şey ve hediyelik aldık.



Yol bizi limana çıkardı. Liman boyunca wi-fi ücretsizmiş. Gerçi limanda Turkcell de çekiyor.


Limandan sola doğru kıvrılınca kale çıktı karşımıza.


Resimdeki kapıyı geçince hemen solda bir kafeye oturduk. Frappe sipariş ettik.


Eşim, Hipokrat Meydanı'na çok yakın olduğumuzu söyledi. Hemen arkamızdaymış. 

 

Kale ve ağaçlardan görünmüyor ama bir kale kapısı daha geçince meşhur Hipokrat Ağacı karşımızda. Bu alanda Hipokrat'ın öğrencilerine ders anlattığı beyan ediliyor.





Aynı meydanda Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii var. Altı yine dükkan.



Canlı navigasyon eşim bizi otele götürüyor. Artık biraz yüzmek istiyoruz.

 Havuz bomboş. Kitap okuyup yüzmek hepimize iyi geldi.


Akşam tekrar deniz kenarına geldik. Yol üstünde bir lokanta dikkatimizi çekti.  Oldukça da temiz görünüyor. Aklımıza yazdık.



Blue Star firması, Yunanistan'ın her limanına seferi olan pek de ekonomik bir firma. Adaları bu feribotla gezerek bir Ege turu yapmayı aklımıza not alıyoruz (Atina 12 saat ve 60 €)



Mimlediğimiz lokantaya döndük. Küçük bir aile lokantası. Belki 10 masası vardır. Adı Thalia. Sahibi bize 15 çeşit mezeyi 27 €'ya verebileceğini söyledi. Çok cazip fiyat. Tabi en zevkli tarafı bu 15 çeşidi seçmek oldu. 

 

Müslüman olduğumuzu bildiği için uygun olmayanları kendisi eledi. Kuzu haşlama, tavuklu birkaç çeşit, bebek kalamar, ahtopot, sarma, musakka, caciki, Greek Salad, fasulye pilaki, peynir çeşitleri, kabak çiçeği dolması, pilav aklıma gelenler. 

 

Mezeler büyük tabaklarda geldi. Masaya yavaş yavaş, sıcak sıcak getirdiler. Porsiyonları görünce ana yemek söylemedik. 

Sadece kızım spagetti bolonez söyledi. Yemeğin sonuna doğru birkaç çeşit de ikram olarak getirdiler. 


O masaya dair fotograflar var ama tabaklar boş:) Önce yemiş, sonra çekmişiz.


Nihayetinde bizi çok iyi ağırlayan ev sahibimiz 42 €'luk hesabı getirdi. Spagetti, içecekler ve kuver ile birlikte. 


Otelimiz çok uzakta değil. Hem yürümeye de ihtiyacımız var derken telefonum 10.000 adım müjdesini veriyor.


Sabah hemen karşımızdaki bakkaldan poğaça, kruvasan ve filtre kahve aldık. Odada kahve makinası var. Balkonda kahvaltımızı yaptık.  Planımız Terma Plajına gitmek.

 

 Dün limana inerken sağımızda kalan bir plajda oturmuştuk. Otobüs durağı o plajın olduğu yerdeymiş. 




Oteldeki tarifeden saate bakıp beklemeye başladık. 


Bizim belediye otobüsleri gibi bir otobüs geldi. Muavin teyzeye kişi başı sanırım 2 € olan ücreti ödedik.


Yolculuk yarım saat kadar sürdü. Yolun sonunda dik bir tepenin başında olduğumuzu gördük. Aşağıya kadar inmek gerekecek.



Tepedeki keçiye dikkat...







(Bu resmi internetten almış bulunuyorum)


Plajın ilginçliği şöyle: Resimdeki taşlarla ayrılan bölümde kaplıca suyu var.

Bildiğimiz kaplıca suyu. Çok sıcak ve kükürtlü. Girmek için önce sıcağa alışmak gerekiyor. Ama oradan buz gibi denize atlamak da oldukça keyifli. Bir sıcak bir soğuk derken acıktık.


Plajda tek kafe var. Sandviç, hamburger ve patates kızartması sipariş ettik. 

Bazı masadakiler oraya tamamen yerleşmiş, yüzüp tekrar oturuyorlar. O da iyi fikirmiş. 

  

Rakamı tam hatırlamıyorum ama yine düşük bir hesap geldi. Tekrar denize...





Plajda bir keçi

İnmek iyiydi de çıkması zor. Keçi de değiliz:) Otobüs saatine yakın yavaş yavaş yukarı çıktık. Tepede de bir kafe var. Orada dondurma yiyerek otobüsü bekledik. Sonra yine havuz!




Akşam üstü dışarı çıktık. Oldukça pratik hazırlanınca gün daha bitmedi. Yine meydana geldik. 

 

Sarı yeşil tabelalı Mc Donald's'ın orijinal olduğunu yazın yaptığımız Balkan gezisinden biliyoruz:) Dondurma hepimizi mutlu ediyor.


Bugün meydan biraz daha sakin.




Her taraf restoran, taverna. Bir pizzacı çok ısrar etti. Güzel de bir yere benziyor. "Yarın akşama" dedik ve doğru Thalia'ya gittik. 

 

Bu sefer temkinli davrandık. Meze çeşidini 10'a düşürdük. Birkaç da ana yemek söyledik. Yemeğe başlamadan fotoğraf çekmeyi de başardım:)



Bu ilk parti tabaklardan sonra devamı da geldi. Sarımsaklı ekmek de çok lezzetliydi. Yine yemelere doyamadık. Hesap 30 küsur € civarı geldi. 


Otelden çok memnunuz. Hüseyin Beye söyledik, bir gün daha uzattık. Aslında aynı bölgede konaklamaktan hoşlanmıyoruz. Ama araba olmayınca mecburen merkezde kalalım dedik.


Sabah yine aldığımız simit, poğaça türleri ile kahvaltı yaptık.  Çocuklar bilardo oynadılar. 

 

Otelde yaşlı bir Alman çift var. Bahçede bulmaca çözerken görüyoruz onları. Tanıştık, sohbet ettik. Birkaç yıl Antalya'da yaşamışlar. Şimdi de Türkiye'den geliyorlarmış. 

Bir aydır buradalarmış. Birkaç gün sonra arabalı feribotla Atina'ya geçip Almanya'ya döneceklermiş.


Önce limana uğrayıp yarın için yerimizi ayırttık.


Bugün şu turist trenleri ile gezinti yapmak istedik. Adanın tam ortasında bulunan tarihi kalıntıların da olduğu köye götürdüğünü biliyorduk ama o uzun turun saati değilmiş. Biz de 1 saatlik kısa tura katıldık.

 

Şehir merkezini gezdirdi. Bu arada agora kalıntılarının bulunduğu açık alanı da görmüş olduk. Ayrıca başka bir otobüs kalkış noktasını da. Yarın bize lazım olacak. 



İndiğimiz noktadan yukarı doğru çıkarak daha önce hiç görmediğimiz bir yöne doğru döndük. 






Çok uygun bir araba kiralama şirketi bulduk. Günlüğü 30 € dedi  ama çok geç. Bisiklet kiralayan çokça yer de var.

Adanın her yerinde bisiklet yolları var. Beyler iki kişilik bisikletlerden kiralayalım dediler ama ben bisiklete binmeyi bilmiyorum ki:)


Kızım klasik alışverişini yaptı. Bu arada eşim o yol üzerinde bir market arıyor. Free shop kurallarına tabi bir marketmiş. Epey bir yürüdükten sonra marketi bulduk. Tüm hediyelikleri buradan aldık. 

Aynı yolu tekrar dönmek istemiyoruz. Bizim için taksi çağırabileceklerini söylediler ama o sırada otobüs gelince atladık. Eşim haritadan otele yakın bir durak belirledi ve indik. 

Dün söz verdiğimiz pizzacıya geldik. Kapıdaki görevliye "biz geldik" dedik. 
Hepimiz pizza, kızım yine spagetti bolonez söyledi. 

Hesap %20 indirimli geldi. Kapıdaki görevlinin ikramıymış:)


Sabah çocuklar uyurken iç taraflara doğru yürüyelim dedik. İyi de yapmışız. Bir Carrefour keşfettik. Bugünkü kahvaltımız da Carrefour'dan. 


Otelde yüzdükten sonra Tigaki Plajına gideceğiz. Önce check-out saatini öğrenelim dedik. "Ne zaman isterseniz, oda müsait" dediler. 

Oteli Türk baba ve 2 oğlu işletiyor. Feribotumuz akşam 6'da. Biz valizleri bırakır, yüzer geliriz diyorduk ama bu jest de hoş oldu.

Otobüs durağını bir gün önce öğrenmiştik. Yürüyerek durağa gittik. Bunlar şehirler arası otobüsler. Kişi başı 2 €. Tigaki Plajına kadar yol biraz sürdü. 







Plaj, oldukça uzun. Karşıda Turgut Reis.


Otobüs durağı hemen plajın yanında. Artık dönüyoruz.

Ada merkezinde indik. Daha önce girmediğimiz sokaklarına daldık. Kızım yine takı alışverişi yaptı. Yine meydana yakın bir restoranda yemek yedik. 

Otele dönüp hazırlandık. Yokuş aşağı limana gidiş kolay olur deyip yürümeye başlamıştık ki; Alman komşumuz arkamızdan seslendi. "Ben bırakırım sizi" dedi. Zahmet vermek istemedik. 

İki kişi oldukları için arka koltuklarda eşyalar vardı. Israrımıza karşın koltukları boşalttı. Eşyalarımızı bagaja yerleştirdi. Bizi limanın içine kadar bıraktı. Biz de ona el salladık.

Araçla gelince check-in işlemlerinden sonra bile vakit kaldı.

Bodrum limanında bagaj kontrolü yapılmadı. Çıkışta duty free ile de ilgilenmedik. Hemen arabaya atlayıp kalabalığa kalmadan limandan çıktık.

Kale'de Shell istasyonunda güzel bir pideci var. Akşam yemeğini orada yemek istiyoruz. Sabah menemeni de güzel oluyor. Tahinli pidesi de çok güzel. 

Ama tecrübeliyiz, masaya gelen ile paket yapılan tahinli pide aynı olmamıştı. Paketteki pide daha az ballı ve cevizliydi.  Bu sefer planımız başka.

Akşam 10 gibi Kale'ye vardık. Kıymalı, kaşarlı ve tahinli pideleri söyledik. Önce kıymalılar ve kaşarlı pideler geldi. 

Tahinliyi diğerleri bitince tatlı olarak getirdiler. Biz de  "çok doyduk" deyip tahinlinin birini paket yaptırdık:)  

Tüm pideler ayrı ayrı çok lezzetliydi. Ama tahinli bir başka!

Adı geçen tahinli ballı cevizli pide:)



Notlar:
1-İyi ki Kos'a gitmişiz. 1 yıl sonra Suriyeli mültecilerin bir kısmı Kos üzerinden Avrupa'ya gitmeye çalıştılar. Büyük sıkıntılar yaşadılar. Kos'ta olaylar çıktı. 

2-Konaklama çok ucuzdu. Tatil uzun olsa daha da kalınabilirdi.

3-Yazın ada çok kalabalıkmış. Biz bu zamanını ve sakinliğini sevdik. Yazın da denenebilir. 

4-Bu gezinin maliyeti 350 € civarında oldu. Burada en önemli kalem feribot. 20 dakika süreceği beyan edilen, 1 saat süren bir yolculuk için çok pahalı. Konaklama toplam 75 €, yemekler için de 100-120 € arası diyebiliriz. Tabi bu masraflara Türkiye kısmı dahil değil. 

*Rodos gezimizle ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

*İki yıl sonra tekrar yaptığımız Kos gezisi de burada:)