10 Ocak 2016 Pazar

ARABAYLA İTALYA TURU ve BALKANLAR

                              

ARABAYLA  İTALYA  TURU ve BALKANLAR (2015)


Geçen yaz yaptığımız Balkan gezisinde eksik kalan yerleri tamamlamak ve en önemlisi İtalya'ya gitmek maksatlı bir seyahati kıştan beri olgunlaştırıyorduk. Olgunlaştırmak derken; biz hayalini kuruyorduk, zarif eşim harita, yollar, oteller, yemek yiyecek yerler gibi detaylarla ilgileniyordu:)

 

Hep olur, tatilden önce hayat çok yoğun akar, bir türlü hazırlık yapacak fırsat bulamazsınız. Biz de bir Temmuz akşamı  eşyaları hazırladık ve sabah 8.30'da yola çıkabildik. 

 

Bu sefer İstanbul'da konaklayacağız. Çocuklar uzun yol tecrübeli oldukları için İstanbul onlara çok yakın geliyor ve mola talep etmiyorlar ama yine de İzmit dolaylarında çokça olan dinlenme tesislerinden birinde durup öğle yemeği yiyoruz. 


İstanbul'da çocuklarla hiç dışarı çıkmadık. Dinlensinler ve yorucu bir tatile hazır olsunlar istiyoruz. 

 

İlk durağımız olan Sofya'dan rezervasyon yapmak lazım. Bookingten daha önce eşimin seçtiği otellere bakıp Hotel Alabin Center'dan rezervasyonu yaptım. 29 €. Puanı düşük ama lokasyonu şahane.


Sabah 7'de köprüdeyiz. Aslında eşim bu saatlere kalmayı sevmez ama nedense bizim de erken hareket edesimiz yok. Bu sefer de böyle olsun bakalım.

  

     

Edirne'de gümrük sakin. 60 TL'ye 4 kişilik yurt dışı çıkış pulu aldım. Önceden temin etmeye gerek yok. Gişelerin birinde satılıyor.

          

Duty freenin de olduğu binada 79 €'ya 1 aylık yeşil sigorta yaptırdım. Önceki yeşil sigorta numarasını söyledim, o numaradan yaptılar. Daha önce 15 günlük yaptırmıştık ama şimdi İtalya ayağı var. Tedbiren süreyi uzun tuttuk.

 

Bu sefer Bulgar girişinde tekerlek yıkama parası olarak 3 € isteyen gişede kimse yoktu. Bu para gücümüze gidiyordu zaten, iyi oldu.

 

 

Bu yoldan 3. geçişimiz. İlk benzin istasyonunda 10 Levaya 1 haftalık vignet alıp cama yapıştırdık. 40 Levaya benzin aldık. Burada gaz yokmuş. Aynı benzin istasyonu change de yapıyor.

 

Leva hesabı kolay. İkiye bölünce €'ya çevrilmiş oluyor. 

 

Otoban çalışması bittiği için yolculuk gayet iyi gitti. Bir başka benzin istasyonundan 40 Levaya benzin, 10 Levaya da gaz aldık. Epey idare eder artık.

 

Yol üstünde pek yemek yenecek yer yok. Önce Mc Donalds var. Ondan sonra da Burger King. Biz Burger King'te durduk. Menülere 29 Leva ödedik. 

 

       SOFYA     

 

Geçen yaz Sofya çevre yolundan geçmiştik ama Sofya'yı hiç görmemiştik. Sofya'ya saat 15'te vardık. Otelin adresini Tomtom'a yazdım. Eşim yaklaşınca caddeden hatırladı zaten. 

 

 

Eliyle koymuş gibi oteli buldu. Hotel Alabin Center, cadde üstünde büyük bir bina. Resepsiyondaki görevliye otoparkı sordum. Hemen karşıdaymış. Eşimi oraya yönlendirdim. Otoparkın günlük ücreti olan 10 Levayı ödedik.

 

Otel parayı kredi kartından 57 Leva olarak çekmiş. Odamız oldukça köhne, yataklar rahatsız ama çok önemsemiyoruz. 

 

Çantaları odaya atıp hemen dışarı çıktık. Otelin hemen önünden tramvay geçiyor ama biz yürümek istiyoruz.

             


    

Kocaman bir alışveriş merkezi  bulduk. City Center Of Sofia. Henüz acıkmadık ama bir kahve iyi olur.

           

  

   

Yine yürüyerek şehri dolaştık. Akşam 6 itibariyle çoğu yer kapalı. Biz Banyabaşı Camiini arıyoruz. Eşimin bizi yönlendirmesiyle karşımıza çıkıyor. 


Sofya'da  yeme içme yerleri otelimize de oldukça yakın olan trafiğe kapalı Vitosha (Vitoşa) Bulvarında. Taksi şoförüne orayı tarif etttik. Hemen girişinde indik. Taksiye 10 Leva ödedik.


İndiğimiz noktada eski bir Bulgar Konağından restoran var. Ama biz sokağı da keşfetmek istiyoruz. Oldukça kalabalık. Değişik mutfaklar sunan restoran ve kafeler var. Ama bize en cazip ilk gördüğümüz restoran geliyor ve geri dönüyoruz.

İsmini not etmemişim ama eski bir binayı restore etmişler. Bahçesi de var. İçerisi Etnografya Müzesi tadında. Eski Bulgaristan'ı yansıtmak istemişler. Çocuklar ızgara et ve tavuk istediler. Eşim çorbayla başlamak istedi. Sadece soğuk yoğurt çorbası varmış. Eşim olur dedi ama gelen çorba bildiğimiz cacıktı. Çok güldük. 45 Leva ödedik.

Otel hemen yürüyüş mesafesinde. Bugünlük yeter deyip otele döndük. Bugün 10.446 adım yürümüşüz. Aile rekorumuz. 

 

  

     

Otel bu cadde üstünde. Sabah otoparkın yanındaki börekçiden sıcacık börekler aldık.  8'de yola koyulduk.

 

Sırp sınırına gelmeden önce bir benzin istasyonunda durduk. 

 

Eşim benzin alırken ben de çocukları ahşap masaların olduğu yere götürdüm. Bir görevli gelip hemen tenteleri açtı. İstasyonun marketinden aldığımız meyve suyu ve böreklerle kahvaltı yaptık. 

 

 

  

  Yollar bazı yerlerde böyle. Tünel girişleri enteresan. 

 

    

Çoğunlukla yollar böyleydi. Sırbistan'a girdikten sonra bir benzin istasyonunun geniş kafesinde börek ve kahve ile atıştırma yaptık. Hem de  € bozdurduk. Hesap 856 Sırp Dinarı tuttu.

 

Burada da hesabı şöyle yapıyoruz: 120 Sırp Dinarı 1 € yapıyor.


BELGRAD

   

 

Belgrad'a 13'te vardık. Belgrad'da hemen otobandan çıkınca ulaşabileceğiz bir otel seçmiş ve rezervasyonu Sofya'dan yapmıştık: Hotel Rex. 

 

Otelin küçük otoparkına görevli yardımıyla park ettik. Odamız 2 odadan oluşuyor. Çocuklar için odanın birindeki koltuklara yatak yaptılar. Çok temiz, geniş, ferah. Sadece odadan wi-fide sorun yaşadık. Onun dışında gayet iyiydi. 


Eşim resepsiyondan şehir haritası alarak görevliye birkaç soru sordu. Güzergahı oluşturdu, otelden çıktık. Etrafta bakanlık binaları var. Ana caddeye kadar yürüyerek taksiye bindik. İlk durak Nikola Tesla Müzesi. 




Tesla, Belgradlı. Onun icatlarından birkaç örnek ile kişisel eşyalarının sergilendiği müzeye varınca arabayı bırakmakla iyi yaptığımızı gördük. Park sıkıntı olacakmış.


Müzeye girince bir gruba sunum yapıldığını gördük. Bir sonraki grup için yaklaşık yarım saat beklememiz gerekiyormuş. Giriş ücreti kişi başı 500 Dinar. Biz çocuklar için bilet aldık. Birlikte müze bölümünde bekledik. Hava çok sıcak. Beklerken zarif eşim soğuk içecekler alıp geldi. 


Müzede sağdaki bölümde Tesla'nın kişisel eşyaları sergileniyor. Soldaki bölümde küçük bir toplantı salonunda Tesla'nın hayatını anlatan bir film izleniyor. Sonra onun icatlarının birkaç prototipi tanıtılıyor. Hepsi aynı katta gerçekleştiği için biz de görmüş olduk.





Turun sonunda en heyecanlı bölüm başlıyor. İzleyicilerin eline birer florasan lamba veriliyor. Ortadaki cihazdan kablosuz şekilde iletilen elektrik, lambaları yakıyor. Kablosuz elektrik iletiminin mucidi Tesla'ymış.


Artık acıktık. Müzenin önünden tekrar taksiye bindik. Löplöpçülerin pek övdüğü pleskavitsa yapan yer var:Prava Pljeskavica. Taksiciye haritadan Takovska ile Cvijiceva Caddelerinin kesişim yerini gösterdik. İndiğimiz noktada solda hemen köfte büfesini gördük. Büfe diyorum, tek göz bir mutfak, yan tarafta da tahta bir masa ve tabureler var, o kadar.


Kızım menüde et olmasından memnun değil. Bizi çok "etist" bulur her zaman. Ama mecbur, ona da sipariş verdik.

Dükkanda sadece genç ustamız var. Pleskavitsaları önce yoğurdu, sonra ızgarada pişirdi. Soğan, marul, yoğurtlu soslardan neleri istediğimizi sordu, "hepsinden" dedik.

Belgrad'da herkes İngilizceyi iyi konuşuyor. Usta da öyle.  Bize evde çok güzel cevabiler yapan eşim, pleskavitsanın yapımı ile ilgili birkaç soru sordu, "kolaymış" dedi.

Dükkanı Löplöpçülerde okuduğumuzu söyledik. Her gün 10 civarında Türk gelerek aynı şeyi söylüyormuş:) Bu sırada Sırplardan da gelen çok müşteri oldu. Ama onlar bizim gibi oturmadılar, alıp devam ettiler.




Gelen ekmek arası köfte, hem çok lezzetli hem de çok büyük bir porsiyondu. İçeceklerimizi dolaptan kendimiz aldık, caddeyi seyrederek yedik.


Bizim usta çok hoş sohbet. Sırpların kamuoyunda kötü olarak bilindiğini, oysa asıl Macarların düşmanca bir bakış açısı olduğunu söyledi. Söylediklerine delil olarak da Macarların Sırp sınırına yapmaya başladıkları 175 km tutacak tel duvarı gösterdi.

Dil merakı olan eşim Türkçe ile Sırpça dilleri arasındaki ortak kelimeleri sıraladı, usta da birkaç örnek verdi. Aklımda "yastuk" kalmış:) 760 Dinar ödeyerek oradan ayrıldık.

Şimdi sırada Kalemegdan var. Eşim buranın Eski Belgrad bölgesinde yer aldığını, isminin Osmanlı Döneminden beri Kale Meydanı olduğunu söyledi. Oraya tramvayla gideceğiz.

Köftecinin olduğu caddeyi yukarıya doğru çıkarak tramvayın geçtiği caddeye ulaştık. Bir büfeden bilet sorduk, bize otobüs durağını gösterdi. Durağın önündeki büfede de bilet yokmuş.

Tramvay gelince vatmana bileti nereden alabileceğimizi sorduk, "binin" dedi, bindik. Tramvaydan iken dikkat ettik, kimse bilet göstermiyor. Ara veya arka kapılardan binenler de var. Güven esasına dayalı herhalde.

Tramvayın trafikle birlikte akıyor olması da bize enteresan geldi. Sofya'da da aynı şaşkınlığı yaşamıştık. Yayalar, arabalar ve tramvay aynı yolu kullanıyor. Hem de hiç bir karmaşa olmadan.






Herkesin kalabalık halde indiği durakta biz de indik. Kale hemen karşımızda. Burası aynı zamanda park. Önce hediyelik eşya tezgahları, sonra çocuk parkı, banklar, alabildiğine ağaç ve çimen... Hepsi nehir manzarası eşliğinde.







Alan çok geniş. Hepsini gezmek mümkün değil. Şu turist trenlerinden burada da var. Ona binmeyi tercih ettik. 4 kişi 520 Dinar ödediğimiz tren, bizi tüm kale alanında gezdirdi.  Bu noktada Sava ve Tuna nehirleri birleşiyor.








Kalenin surlarına yapılmış basket sahası, Sırpların basketboldaki başarısını açıklar nitelikteydi.



  

Kale içini de turladıktan sonra başlangıç noktasında indik. Kızım oyun parkına daldı. Beyler de bankta dinlendiler. Standlardan magnet aldık.


Kalemegdandan çıkınca hemen karşıda trafiğe kapalı bir alan başlıyor:Khez Mihailova Caddesi. Daha doğrusu eşim böyle diyor. 

 

Helal olsun. Dersine iyi çalışmış. Burada bir sürü kafe var. Biz bir kitapçının önündeki masaları tercih edip oturduk. İyi de yapmışız. Tuvalet kitapçıda varmış:)


Hemen kahveleri söyledik. Çocuklar dondurma istediler. Hava inanılmaz sıcak. Vantilatörler soğuk su üflüyor ama yine de çok sıcak. Cadde oldukça kalabalık. 710 Dinar hesabı ödeyip kalktık.

 

 

Zarif eşim akşam yemeğini Skadarlija Sokağında yiyeceğimizi söyledi. Oraya gezerek gittik. Yolda klasik müzik dinletisi vardı.

       

Sokağı bulmakta biraz zorlandık. Birkaç kişiye sormamız gerekti. Skadarlija Sokağı, trafiğe kapalı. Yine eski Belgrad'da. Sağlı sollu aralıksız restoran var. 

 

Eşim restoran seçerken ben de watsapptan uzmanlık alanımız olan Kuzey Ege'de tatil tavsiyesi isteyen eşimin kuzenine cevap yazdım. Şifresiz wi-filere bağlandım. Bir restoranı geçince başka bir restoranın şifresiz wi-fisine bağlanıyordum. Böyle böyle epey yürümüşüz:)

 

   

Restoranlar birbirine çok benziyor. Birine karar kılıp oturduk. Geçen yazdan beri cevabi yememiştik. Önce ondan sipariş ettik. Patates kızartması ile geldi. Özlemişiz. 


Bir müzik grubu şarkı söyleyerek masaları gezmeye başladı. Güzel bir yaz akşamında sakin bir akşam yemeği tüm yorgunluğumuzu aldı. 2520 Dinar hesabı ödeyip kalktık.


Sokağın başına kadar yürüyüp taksiye bindik. Bugün 3. kez taksiye biniyoruz. Bu 3 yolculuğa toplam 1200 Dinar ödedik. Yani 10 €. Hiç arabayla park etme, adres bulma stresi yaşamaya gerek yok. Gece 11'de otele döndük.

Sabah kahvaltı bize biraz zayıf geldi. Hele bizim 5 yıldızlı otellerdeki "hektar hektar" açık büfelere alışanlara göre  oldukça zayıf. Ağırlıklı olarak kek ve meyveli tart çeşitleri var. 

 

Tüm tatil boyunca peşimizi bırakmayacak tart muhabbeti böylece başlamış oldu:) Ayrıca tatilin sonunda aslında en zengin kahvaltının da Belgrad'daki otelde olduğunu kendimize itiraf ettik. Yumurta bile varmış aslında ama biz kıymetini bilememişiz.


7050 Dinar otel ücretini ödeyip ayrıldık. Şimdi 120'ye bölüyorum, 58 € civarında ödemişiz demek ki.

Otelden otobana bağlanmak kolay oldu. Yeni Belgrad kısmında bir AVM olduğunu öğrendik. Oğlum için telefon bakacağız. Beyler telefoncuları gezerken biz de kızımla birkaç mağaza gezdik. Giyim oldukça pahalı. İçerideki bir marketten alışveriş yaptık.

Yolda Dinarları bitirmek için 1250 Dinara benzin aldık ve saat 12'de Belgrad'dan çıktık. 



 

Hırvat sınırından arabadan inmeden kolayca geçtik. Hava hala çok sıcak.  En yakın dinlenme tesisisin 42 km sonra olduğunu gösteren bir tabela gören şoförümüz sağa çekti. Oraya kadar gidemeyeceğim, dedi. Direksiyona ben geçtim.

 

 

42 km sonraki tesiste yemek de yedik. Köfte, gulaş ve makarna söyledik. 20 € ödedik. Tesiste change ofis yokmuş. 

 

ZAGREB

 

Zagreb'e kadar 17 € otoban ücreti ödedik. Zagreb'e 17.15'te geldik. Otelimizi kolayca bulduk. Park yeri de oldukça geniş. Odamızı da beğendik. 

 

Hotel Europa'dan bir gece önce rezervasyon yaptırmıştık. Bir gecelik 417,5 Kuna (57 €). 


Resepsiyondan hem harita hem de bilgi aldık. Burada bizim için otopark önemli. Haritada işaretlediler. Gerçi biz işaretli otoparkı bulamadık ama Parlamento binasını bulduk. Önüne park ettik. Fotoğrafını çektik.

 




Bir taksi şoförüne otopark sorduk. İngilizce bilmiyormuş. Uzun yıllar Almanya'da çalışmış. Eşimin ve oğlumun Almancasını toplayarak şoförle anlaştık. Haritada nereye döneceğimizi işaretledi. Çok yakınmışız zaten.


Zagreb sokakları birbirine dik kesiyor. Kaybolmak nerede ise imkansız. Kapalı otoparkı buluyoruz nitekim.


Arabamızı park ettikten sonra asansörle yukarı çıktık. Bizi şu anıtın olduğu çok canlı bir meydan karşıladı.








Eşim bizi harita yardımı ile gezdirmeye başladı. Aşağıdaki meydana çıktık. Oradan da yukarı doğru...



Binaların güzelliğine hayran kalarak dolaştık. Ara sokakları gezdik. Katedrale yakın bir yerde birkaç restorana girdik. kafamıza yatmadı. 





Katedralden sonra yokuş aşağı dönerken bu sokağa daldık. İvana Tkalçica Sokağı.  Sağlı sollu her yerde restoran ve kafe var. Canlı müziğe yakın bir yere oturduk. İki masalı küçük bir restoran.





4 tane döner söyledik. Amca 5 anlamış. Hatasını kabul etmedi, "ben hazırladım" dedi. Baktım bizim beyler hiç itiraz etmedi, paylaştılar. 


Niye yanlış anladığını yemek yerken anladık. Adam televizyonda yayınlanmakta olan bir Türk dizisini ağzı açık izliyordu. Masadan sorumlu garson teyze de aynı şekilde kapıya dayanıp gözünü ayırmadan diziye bakıyordu. 

 İşin garip tarafı şu ki; dördümüz de daha önce o diziyi hiç görmemiştik:)


Yemeğe içeceklerle beraber 145 Kuna ödedik. Otoprak da 36 Kuna tuttu.  Neydi hesabımız? 7,5 Kuna= 1 €.


Otel yolunda bir süre raylı sistemle aynı yolu kullandık. Biz bu işi çok sevdik. 


Sabah tembellik yaptık. Yola çıkmak için acele etmedik. Kahvaltı yine bizim alıştığımız ölçülerde değil. Bol bol meyveli tart ve kek var. Bir de kahve tabi. Zaten çocukların canı sabahları bir şey istemiyor. Yolda yerler artık. Şimdi yol zamanı.


Bir benzin istasyonunda 26 Kunaya bürek (böyle yazılıyor) ve kek aldık. 264 Kuna benzin, 90 Kuna gaz tuttu. Gaz ve benzini kendimiz aldık. Sonra pompa numarasını içeriye kasaya söyledik. Onlar da tutarını söylediler, ödedik. 11'de Zareb'den çıktık.



Bu akşam için rezervasyonumuz yok. Çünkü zarif eşim  Bled Gölü'ne gidip gitmeme konusunda mütereddit. Ona göre bakacağız. Kızım Bled'in Ljubljana'nın (doğru yazdım mı acaba) 50 km ilerisinde olduğunu duyunca fikre pek sıcak   bakmadı. Ona yolumuzun çok kısa olduğunu söyleyince biraz teselli buldu. 





Slovenya'ya kolayca girdik. Basit bir evrak kontrolü ile sınırı geçtik. Burada da Bulgaristan gibi vignet uygulaması var. İlk yerden 15 €'ya alıp cama yapıştırdık. Yollar oldukça güzel.







LJUBLJANA



   Saat 13'te Ljubljana'dayız. 2 saatte geldik. O zaman Bled'e gidebiliriz.



Çevre yolundan kuzeye (sanırım kuzeye:)) Alp Dağlarına doğru devam ettik. Bled Gölüne gelince zaten mecburi tek yol var. Göl kenarında inanılmaz manzara eşliğinde dolaştık. 




Gölün neredeyse tüm kıyıları plaj. Ama park sorunu var. Nihayetinde bir otopark bulduk. Hemen önü de şöyle bir plaj:


  

10 € otopark ücretini peşin ödeyip (Yoksa 80 € park cezası yazıyorlar) plajdaki kabinde üzerimizi değiştirdik. Göl kenarında boş bir masa ve sandalyeler görünce oraya da yerleştik. Su oldukça ılıktı. Bu arada şifresiz bir wi-fi bağlantısı bulup yarın ve ondan sonraki gün için Venedik'ten rezervasyon yaptırdık. Ama bu gece hala belli değil.



Geldiğimizden beri hava kapalı. Nitekim yağmur çiselemeye başladı. Ama bu kimsenin yüzme keyfini bozmadı.


Eşimin aklında birkaç otel var. Özellikle birinin puanı çok yüksek: Romms 4 Young. Oranın adres görüntüsünün fotoğrafını çektik. Önce oraya bakacağız. Duş alıp üstümüzü değiştirdik. Kabin, duş hepsi ücretsiz.

 




Göl kenarında dolaşarak dönüş yolculuğuna başladık. 


 

  

Otelimize çevre yolundan kolayca ulaştık. Navigasyon tam önüne kadar getirdi. Küçük bir sokakta 2 katlı bir ev. Arka tarafında da otel sahibinin kulübesi var.  Bu otele ortak banyodan dolayı sıcak bakmıyorum ama eşim ısrarcı. Odamız basit bir pansiyon odası: Yataklar ve dolap. Karşısında geniş bir banyo var. Ev sahibimiz bana üst katı da gezdirdi. Çünkü o kattaki banyoda çamaşır makinası var. Yaşasın!


Eşim de mutfağı keşfetti. Onun derdi de kahve yapabilmek. 54 € otel ücretini ödedik. Bu arada kaldığımız tüm otellerde şehir vergisi ödedik. Burada da varmış. Bazılarında Bookingteki fiyata şehir vergisi dahil, bazılarında ayrıca ödemek gerekiyor.

Navigasyona şehir merkezi yazdık. Gördüğümüz ilk otoparka arabayı bıraktık. Otopark Slovenska Çesta Caddesinde. 

 

Şehri dolaşmaya başladık. Eşim nehir kenarına gitmeyi hedefledi. Ama beni şu binanın önünden alamadılar:




Eşimde nehir kenarına uzak olduğumuz ve çok yürüyeceğimiz hissi oluştu. Otoparka geri döndük. Geçen sene Cavdat'tan tecrübeliyim ama yine de arabadan inen hanımlardan yardım istedim. Otoparka girerken aldığım kartı makinaya okuttuk, o bize tutarı söyledi. Bozuk paraları attım, çıkan fişi aldım, en son bariyere o fişi okutunca dışarı çıkabildik. Of!


Eşim civarda şöyle bir turlayıp "aslında yerimiz iyiymiş" deyip aynı otoparka park etmeye karar verdi. Olsun, nasıl ödeyeceğimi biliyorum:)


Hemen yakındaki bir meydanda bir restoranın meydana atılmış masasına oturduk. 




Bir kişilik gulaş, devasa bir kapta geldi. Kızım onunla yetinmek istedi. Ama köfteden de kaçamadı. "Etist" olmamızdan çok şikayetçi.

 


           


Muhtelif yerlerde daha iyi cevabi köfteler yemiştik ama bunun da ekmeği güzeldi deyip açık havada yemeğimizi yedik. 27 € ödedik. 



Bu eski şehirlerin en iyi tarafı her yerin yürüme mesafesinde olması. Zaten şehrin nüfusu 280.000 civarında. Küçük bir şehir. Biraz nehir kenarında gezdik. Kano yarışları nedeni ile çok kalabalıktı. 




Gezerken minik bir tur arabası yanımızda durdu. Şoför, "Gitmek istediğiniz yere götüreyim" dedi. Biz de yemek yediğimizi, nehrin karşı kıyısını görmek istediğimizi söyledik. Sağolsun, küçük bir turla bizi karşı kıyıda indirdi. Ücret almadı. 




Bir kahve molası için Mc Kafe'ye girdik (Çopova Sokağı). Eşim kahve ve  tatlılar için bir sıraya ben çocuklar ile birlikte dondurma sırasına girdim. 

 



Bu tepsiye sonradan çok güldük. Toplamda 1.70 € su, 1.90 € tatlılar ve kahve tuttu:)

 

Bu moladan aldığımız enerji ile gece yarısına kadar gezdik. Çakma Charlie Caplin geceye yeni başlıyordu. 




 Tabi Ljubljana Kalesi, tüm akşam kedi gözü gibi bize göz kırptı ama yüz vermedik. Bir daha ki sefere...




Otele döndük. Ortak banyo korktuğum gibi olmadı. Kimseyle karşılaşmadık. Banyo büyük ve tertemizdi. Çamaşırları da yıkayıp balkona astım. Bu bizi bir süre idare eder. 


Sabah büyükçe bir alışveriş merkezi bulduk: Mega Market. Kahvaltılık ve atıştırmalık alışverişimizi yaptık. 


   Ne alırsan 1 €:)


36 €'ya da benzin ve gaz alıp 10'da şehirden çıktık.  Yolumuz 243 km. Çocuklar yolda uyumaya devam ettiler. 


Yol oldukça kalabalıktı. Eşim bunun Trieste limana giden araçlardan kaynaklandığı kanaatinde. Bu yüzden navigasyonda Trieste'den geçmeyen bir yol tercih ettik. O da otobandı. Gerçekten de oldukça tenhaydı. Şoförümüz daha rahat etti. Kışın harita çalışmanın faydaları.


İtalya sınırı sadece tabeladan ibaretti. Kontrol olmadan sınırı geçtik. 

 

VENEDİK

İtalya'da otobana 10,10 € ödedik. 13'te otelimize varmıştık.


Camping Village Jolly, bizim ilk kamping deneyimimiz. Marghera kasabasında. Venedik'e 11 km. Oldukça geniş bir alana kurulu. Yüzme havuzu, marketi, kafe-restoranı var. Bazı misafirler çadırda, bazıları karavanda, bazıları 2 odalı, verandalı kulübelerde kalıyor. Bizimki tek oda ve banyodan oluşan küçük bir oda.  2 gece 172 € ve buralar için oldukça ekonomik. Yani eşim öyle diyo...

Odamızda yatağın birinde şu muayene masalarına serilen ince örtüyü çarşaf olarak sermişler. Hemen bagajdan acil durum çarşafını alıp serdim. Oda küçücük ama her yerden bir dolap, raf çıkıyor. Hemen yerleşip mayolarımızı giydik. Bugün buralıyız. Venedik'i yarın gezmeye karar verdik.




Havuzun kenarındaki jakuzide yorgunluğumuzu attık. Akşama doğru baktık ki yorgunluğu fazla atmışız Venedik'e gidelim dedik. Resepsiyona otobüs saatlerini sorduk, 19 otobüsüne az bir zaman var. Ancak dönüş otobüsleri doluymuş. Ona bilet alamadık. 




7,5 €'ya sadece gidiş bileti aldık. Üstümüzü değiştirip otobüse yetiştik. Otobüste bizden başka kimse yoktu. Kimse akşam Venedik'e gitmeyi düşünmemiş demek ki...





Venedik'e giren yol böyleydi. Otobüs bizi şehir dışında büyük bir garajda bıraktı. Şöyle bir gözlem yapınca şehir merkezine iki yol olduğunu keşfettik. Tren ve vapuretto. Biz trende karar kıldık. 4,5 €'ya 3 kişilik bilet aldık. Tren teleferik vagonları gibi 3 vagondan oluşan küçük bir tren. Kısa bir seyahatten sonra indik. 


İndiğimiz istasyonun karşısında arabayla gelenler için son otopark var. Hemen karşısında da otobüs durakları. Dönüşte buraya geleceğiz. İstasyonun hemen altında güzel bir pizzacı gördük. Hemen daldık.:Venedik Pizza. 


Biz pizzalarımızı beklerken içeriye çok sayıda İtalyan girip çıktı. Tezgahın önünde içkilerini içip çıktılar. 

Pizzalar kocamandı. Tecrübeliyiz, çok söylememiştik zaten.


   


İçeceklerle beraber 12 € tutan hesap gayet makul.  


Pizzacının hemen ilerisinde karşımıza çıkan manzara şu: Grand Kanal.






Fotoğrafın çekildiği köprüyü geçince solda Venedik garı var. Oldukça kalabalık. Biz garı biraz geçip vapuretto biletlerinin satıldığı gişeye gittik. Sıraya tabi ben girdim.  Eşim de o sırada levhalardan hangi tür bilet alacağımıza karar verdi, bana söyledi. 

 

24 saatlik biletler 20 €. Hem bugün hem de yarın akşama kadar kullanabileceğiz. Kızıma bilet almadık.  Benim için adalar da önemli. Aldığımız bu bilet Murano ve Burano adalarına giden vapurettolarda da geçerliymiş. 



Bir süre yürüyerek dolaştık. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor gerçekten. Suyun üzerine kurulu bir şehir inanılmaz. Kızım en çok ara sokakları sevdi. 





Yorulunca bir vapurettoya attık kendimizi. Akşam saatinde tenhaydı. Belki de o yüzden bir görevli içeride biletimizi kontrol etti. Bu vapuretto adalara da gidiyormuş ama biz yolda inip karşı taraftan dönüş vapurettosuna bindik. Duraklarda hangi numara nereye gidiyor, açıkça yazmışlar. Sorun yaşamadık.





Otobüs duraklarının olduğu alanda (görmemek imkansız) Maghera durağını bulduk ve vapuretto için aldığımız biletleri okuttuk. Son otobüs olunca kapı ağzında boş bir yer bulduk. Şoför Bizi Maghere'da, otele en yakın durakta indirdi. İnen çok yolcu oldu. 

 

Otelden bize durak-otel arasının 600 m olduğunu söylemişlerdi. Ama yolu bulmakta zorlandık. Öndeki bir gruba takıldık. Otele geldik çok şükür. Bir bakalım bugün 9891 adım yürümüşüz. Bizim için çooook.


  Kampingin marketi kapanmak üzere. Ben kızımla sıraya girerken beyler de alışverişi yaptı. Alışverişten sonra odanın önündeki masaya bagajdaki acil durum masa örtüsünü serdik. İçecekler, tatlı ve muhtelif atıştırmalıklarla mütevazi masamızı donattık.  Güzel bir akşamı böyle sonlandırdık.

 

Sabah kahvaltısını odanın önündeki masada sandviç hazırlayarak yaptık. 

 




Odalar birbiri ile bağlantılı. Ama komşularımız hiç rahatsız etmedi. Esasında o kadar müşteriden pek ortalıkta görünen yok. Havuz kenarı da sakin.


Hava çok sıcak. Bugün sabahtan Venedik'e gitmeye karar verdik. Biraz sabah serinliğinden yararlanalım. 11,40 € otelin otobüsüne verdik. Yine dünkü yerde indik. Ama biletimiz trende geçerli olmadığı için bugün şehir merkezine vapuretto ile gittik.

 

İlk hedef San Marco Meydanı. Durakta inince kalabalığı takip etmek, meydanı bulmak için yeterli oldu:)

 

Çok dar sokaklardan ve dünyaca meşhur markaların küçük dükkanlarından geçip kocaman meydana çıkmak şaşırtıcı. 



               



Meydanın bu kısmı tenha. Asıl kalabalık saat kulesi ve katedral etrafında. Hemen sağdaki merdivenlere oturup sıcaktan korunmaya çalıştık. O sırada sihirli çantamdan çıkardığım pudingler herkesi mutlu etmeye yetti. 



Everest'in zirvesine çıkan ilk insan olduğuna inanılan George Mallory bu saat kulesine tırmanmış. Tabi dışarıdan. Uzun bir turist kuyruğu, merdivenlerden çıkmak için bekliyordu.






Meydandan tekrar kıyıya geldik. Kızımı hediyelik eşya standlarından ayırmak mümkün olmadı. Şahane bir karnaval maskesi aldı. 


Vapuretto ile biraz daha gezdik. 






Gondol için ayrı bir durak vardı. 





            

Daha adaları göreceğiz, dünkü gibi ara sokaklarına gireceğiz ama hava o kadar sıcak ki... Çocuklar seslerini çıkarmıyor ama biz onlara kıyamayıp öğlen Venedik'ten ayrılıyoruz.






Otelin otobüsü için dönüş biletimiz var ama akşam otobüsü için. Bu yüzden yine normal otobüs ile dönmek zorundayız. Yine dün akşamki durakta indik. Artık yolu biliyoruz. 

 

Durağın karşısına geçince "HALAL" yazan bir restoran gördük, girdik. Bangladeşlilerinmiş. İyi görünüyor.  Döner sipariş ettik ama yine devasa boyutta geldi. 

Izgara çeşitleri de var. Akşam için düşünülebilir. Yemek ve içecekler için 18,5 € ödedik.


Önümüzde uzun bir gün var. Hemen havuz başına... Havuz, jakuzi derken çocuklar mest oldular. Saatlerce yüzdüler. Eşim bağlanmak için uzay bilgisi isteyen wi-fi ile önümüzdeki güzergah için otel bakarken ben de kitap okudum. 



Havuz kenarındaki kafeteryada bir şeyler içip atıştırdık ama akşam yemeği için burası bizi kesmez. Öğlenki yere gitmeye karar verdik . Ama bir daha kimse bizi yürütemez. Bu sefer arabayla gittik. 



Kızım yine döner istedi. Biz ızgara söyledik.  14,5 € ödedik. Yemek yerken içeri giren biri Türkçe "Dışarıdaki araba kimin" dedi. Plakayı gören birkaç kişi daha geldi. Makedon Türkü imişler. Hatta Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi'nin köyü olan Kocacık'tanmış ilk içeri giren. 


Yıllar önce buraya göç etmişler. İnşaat işleri, klima montajı yapıyor, boş zamanlarında da bu restoranın işlerine yardım ediyorlarmış. Arabayla gelmemize çok şaşırdılar.


Geçen seneki seyahatimizde de plakayı görüp gelen çok Türk soydaşımızla tanışmıştık. Maghera kasabasında da Makedon soydaşlarımızla görüştük.



Vedalaşıp yandaki pastaneye geçtik . Kısmetse dondurma alacağız ama ne mümkün, acayip kalabalık. Sıradan çıkıp arabaya bindik. 

 

Kasabada gezerken bir spor alanında bir eğlence olduğunu gördük. Arabamızı bir bankanın önüne park edip indik. O sırada biri arkamızdan "Abi, oraya park etme, çekerler. Şu sokağın içine bırak arabayı" dedi. Türk sayısı sandığımızdan da fazla anlaşılan.

 

Küçük bir kasaba festivali olduğunu sandığımız eğlence kızımı oldukça eğlendirdi. Toplamda 8570 adımdan sonra otele döndük. 


Havuz kenarında bir parti vardı. Karnaval temalı bir parti. Kızım "maskem de var, gidelim" dedi ama biz +18'dir diye izin vermedik.  Yarın yolculuk var. Dinlenmek lazım.


BOLOGNA



10.30'da kampingten çıktık. Yolculuk güzel manzaralar eşliğinde güzel geçti. Otobana 11.30 Ödedik. Otoban girişinde aldığımız kartı çıkışta okuttuk, miktarı makinaya koyduk, para üstünü aldık. 


 Önce Bolonya'yı şöyle bir gezmek istiyoruz. Yol üstünde. 

 

                       

Navigasyonu şehir merkezi olarak ayarladık. Bizi getirdiği yer ıssız, sakin bir sokak. Bu insanlar nerede? Açık bir büfeye buraya park etmemizin sorun olup olmayacağını sorduk, olmazmış. Pazar sabahı olduğu için tenha herhalde.

 




 


Yürüyerek kulelerin olduğu tarafa çıktık. Şimdi ortalık biraz hareketlendi.

Bu alanda iki kule var. Bunlardan uzun olanı 1,5 metre eğik (Torre Degli Asinelli), kısa olanı ise; 3,5 metre (Torre Garisenda) eğik. Pisa Kulesinden daha eğik duruyor. 


 


           

Meydanları ve sokakları gezmeye doyamadık. Kapılara düşkün olan eşim fotoğraf çekerken biz de her binayı inceledik. 

 

Kızım için önemli bir yerdeyiz. Bologna, tüm tatillerini spagetti bolonez ile geçiren biri için cennet ama kızım acıkmadığını söyleyince yola devam ettik. 


 

Floransa için Bookingten  Eur Otelden rezervasyon yaptırdık. Rezervasyon onayının ve otelin adresinin olduğu sayfayı tablete kaydettim. Ama tablet bozulmasın mı?

 

Yolda gördüğümüz Auto-Grilllerden birine girdik. İnternet bulmak ne mümkün. Tableti şarj edelim bari dedik ama işe yaramadı. Hem restoran kısmı hem de market kısmı (iki katlı) çok kalabalık. Bari bu kalabalığa girmişken çikolata alalım dedik ama internet derdinden onu da kasada unutup çıkmışız.


Yola devam ettik. 7,90 € daha otoban ücreti ödedik. Ayrı bir kafeteryası olan bir benzin istasyonunda durduk.  Görevliler çok yardımcı olmak istedi ama internet yokmuş. Hatta bilgisayar ekranlarını da gösterdiler. Sadece pompalar görünüyordu. 

 

Anlaşıldı, İtalya'da internet kıymetli. Telefon operatörüm, çok matahmış gibi her yeni ülkeye girişte mesaj gönderiyor: 20 mb şu kadar, diye. Ama mecbur, mobil verisini açıp otelin adresini kaydettim. Eve dönüşte de şahane bir fatura beni karşıladı. Tabi bunda kızımın Sofya'da internetten oyun oynamasının da etkisi var:)

                

 

Otelin adresi de enterasan. "Aslında kapı numaramız şu ama siz bunu yazın, hemen otelin önüne gelirsiniz" şeklinde. Hakikaten de öyle oldu. Navigasyon tam önüne getirdi. Saat 15.45. 


Otelin bahçesine park ettik. Resepsiyondaki görevli bekleteceği için özür dileyerek kahve ikram etti. 74 € ödedik. İtalya'da sadece Floransa'da şehir vergisi ödemedik.

Odamız iki kişilik yatak ve ranzadan ibaret. Banyo oldukça küçük. Şu bide olayı banyoyu iyice daraltmış.  Duş alıp biraz dinlendik. Oğlum tişörtünü giyerken bir baktık tüm göğsü, sırtı kızarmış, kabarmış. Alerji. Hemen antihistaminik ilaçlarını verdik, biraz sakinledi. 



Resepsiyona yemek yiyecek bir yer sorduk. Hemen ileride bir yer tarif etti. Yürüyerek 5-6 dakikada vardık ama kapalıydı. Akşam servisi 6'da açılacakmış. Ama restoranda hiç hayat yok. Hiç açılmayacak gibi. Etrafta biraz dolaştık. Pek konut alanına benzemiyor. Bir yer bulamayıp otele döndük.



Yanımızda noddle paketleri ve onlar için uygun ahşap kaplar var. Her tatilde n'olur, n'olmaz diye yanımıza alır, paketleri gezdirir, geri getiririz. Ama şimdi tam sırası. Lobiden termosa sıcak su alıp getirdim. Kaselerde hazırladım. Beyler doyar gibi oldular hiç olmazsa. 


Akşam 6'da yine restoranı deneyelim dedik. Bu sefer açık ve öyle de canlı ve kalabalık ki... Servis çok şık ve bunun uzantısı olarak çok yavaş. Yan masada kalabalık bir grup var. İçlerinden bir adam devamlı selfie çubuğu ile fotoğraf çekiyor.  Buralarda pek yaygın değil herhalde.

 

Kızım klasik spagetti bolonez siparişi verdi, biz pizza istedik. 

 

                

 32 € gelen hesaptaki 7 € servis ücreti bizi şaşırttı. Ne servismiş. 

 

İlaçların etkisi geçince oğlumun alerjik durumu arttı. Artık bir doktora göstermemiz lazım. Resepsiyondan en yakın hastanenin adresini yazdılar. 

 

Ayrıca "Belki geç gelirsiniz. Biz buradayız ama yine de siz şu otelin anahtarını alın" deyip otelin anahtarını verdiler sağ olsunlar.

 

Hastaneyi navigasyonla kolayca bulduk. Acil kayıtta İngilizce bilen bir görevli için 15-20 dakika bekledik. O sırada ambulansla birkaç hasta geldi. Hepsini sakince içeri aldılar. Zaten herkes çok sakin. Gelen görevli şikayetimizi yazdı ve kaydımızı yaptı. Oğlumun pasaport bilgilerini girdi. İkimiz içeri girdik.


Çok acil olmayan hastalar bölümündeyiz. Orada da bir saat kadar bekledik. Herkese doktoru sordum ama "birazdan sizinle ilgilenecek" yanıtı dışında bir şey alamadım. 


Yanımızdaki koltukta oturan adam İngilizce biliyormuş. "Sizin ki yine iyi. Ben 3 saattir bekliyorum" deyince bir görevliyi yakaladım. 

 

Oğlumun alerjik bir bünyesi olduğunu, şu anda da alerjik belirtilerin gittikçe arttığını, neye reaksiyon verdiğini bilmediğimi, durumundan endişe ettiğimi söyledim. O da doktorun daha acil durumdaki hastalarla ilgilendiğini, oğlumun durumunu hemen gidip doktora anlatacağını, az sonra bizimle ilgileneceğini söyledi. 


Oğlumun yanına oturup gülmeye başladım. Ben çat pat İngilizce, görevli de İtalyanca konuşmuştu ama birbirimizi anlamıştık. Üstelik adamın İtalyanca konuştuğunu oturunca anlamıştım. 


Gerçekten de az sonra İngilizce bilen doktor hanım kızımız geldi. Oğlumun yediklerini saydım. Alerjisi olan maddeleri sıraladım.  Hemen serum içinde ilaç verdiler. 

 

2 saat daha bekledik. Serum bitince doktor reçeteyi ve ayrıntılı olarak ne yapmamız, oğlumun tatilde hangi ürünlerden tedbiren uzak durması gerektiği ile ilgili listeyi verdi. Bir ücret ödemedik.

 

Bekleme bölümüne gittiğimizde kızım uyuyordu. Babası arabadaki yastık ve battaniyelerden koltuklara yatak yapmış. Otele gidince görevliler oğlumun durumunu sordular. Biz de teşekkür edip anahtarı teslim ettik. Oğlum şimdi daha iyi.


Sabaha oğlumun hiç bir şeyi kalmamıştı. Önce kızım ile eşim kahvaltı salonuna indiler. Biz de oğlumla daha sonra indik. Bir masada birkaç çeşit yiyecek vardı. Oğlumla şöyle kendi etrafımızda bir tur döndük başka masalarda ne var diye. Hiçbir şey:) 

 

      

Kruvasan, tart ve kahveyle kahvaltı yaptık. Eşyaları arabaya yerleştirdik. Eşim akşam buz kitlerini mutfakta buzluğa koydurmuş. "Onları alır mısın" dedi. Kahvaltı salonuna indim. Kimse kalmamış, siyahi bir görevli masaları temizliyordu.    

 

Az buçuk İngilizceyle derdimi anlatmaya çalıştım, olmadı. Yine de mutfağa girip ortalığı araştırmama izin verdi ama bulamadım. En son sesli düşünmüşüm: "Buzdolabının İngilizcesi neydi yahu" diye. O da bana Türkçe "Haa, buzdolabını mı soruyorsunuz" demesin mi?    


Yaşadığı Afrika ülkesinden çıkıp önce İstanbul'a gelmiş.   Türkçesi gayet iyi. Bana kapağı mobilya olduğu için göremediğim buzdolabını gösterdi. Buz kitlerini alıp çıktım. 


Akşamki restoranın karşısında bir eczane görmüştük. Oraya gittik. Eczane farklı masalarla bölümlere ayrılmış. İçeride bol miktarda çok yaşlı teyze var. 

 

Biz de bir bankonun önünde dikilmeye başladık. Ama kimse bizimle ilgilenmedi. Aaaa, sıra numarası alınıyormuş. Küçücük eczanede sıra numarası aldık. Numaramız yanınca ilaçları aldık, 6,31 € ödedik. 

 

Floransa'yı dün akşam üstü gezmeyi planlamıştık ama mecburen şimdi hızlı bir şehir turu yapacağız.

 

                            

  

Aynen böyle zarif eşim, elinde şehir haritası, küçücük sokaklardan geçerek bizi tüm meydanlara götürdü. Üstelik bunu Japon turist kafilelerini aşarak başardı:)

 




Bizi gezdiğimiz yerlerde tabela kullanılmaması şaşırttı.




Doğal olarak eski şehirdeki sokaklar çok dar. 






Magnet almayı da ihmal etmedik.



Kızım en çok üsteki meydanı sevdi.



Arno Nehri, seyretmeye doyulmaz güzellikte. Tabi İtalyan Rönasansının merkezindeyiz. Doğal olarak her yerde sanat var ve oldukça da iyi korunmuş. 



    

 Floransa'ya veda ediyoruz.

 

Sevgili şoförümüz Roma'ya sahildeki yoldan gitmek istiyor. Böylece Pisa'yı da görmüş olacağız. Roma'dan otel rezervasyonumuz tamam. 


 

 


                    

Bir saat sonra Pisa'daydık. Önümüzdeki kalabalığı takip etmek yeterli oldu:) Önce yemek yeme niyetindeyiz. Navigasyonu şehir merkezine ayarladık. Şöyle bir turladık ama bir yer bulamadık. Tekrar yönümüzü Pisa'ya çevirdik. 

Bu sefer de park sorunu var. Şöyle bir baktık, yol kenarında park metreler var. Kullanabiliriz herhalde. 

 

Biraz turlayınca arabaya binen bir çift gördük. Hemen arkalarında durup beklemeye başladık. Az sonra arabadaki kadın inip yanımıza geldi. Hayırdır İnşaallah. 

 

24 saatlik otopark kartı almışlar ama gitmeye karar vermişler. Kartlarını bize vermek istiyorlarmış. Ne demek, hayhay.

 

          

Arabadan inince Eşim "arkanıza bakın" dedi. Ne görelim, Pisa Kulesinin tam yanına kadar gelmişiz. Hepsine birden yaşasın!

 

Önce yemek yiyelim, dedik. Bir pizzacıya daldık. Teyze pek ilgili. Bir sürü şirinlik yaptı, kızıma bahçeyi gezdirdi. Biz Pisa'da pizza yemek istiyoruz. Ama pizza yokmuş. "Makarna verelim" dedi. Eşim bu emrivakilerden hiç hoşlanmayan biri olarak kalkmaya karar verdi.  

 

Karşıdaki küçük fırından su ve atıştırmalık bir şeyler aldık. Önce kuleyi gezeceğiz. 


Surların içinden geçince kule karşımıza çıktı. Çok sayıda Somalili (yani sanırım Somalili) selfie çubuğu satıyordu.


                     



Nedense kulenin geniş bir alanda olduğunu düşünürdüm, değilmiş. 


Bundan sonra biz de kalabalığa uyduk. Kuleyle her türlü pozu verdik. Eşim fotoğraf makinası ile çocukları uygun açıyla çekmek için çimlerde yatarken ben de onu çektim. Çocuklar çok eğlendi. 



                      

Burada magnetler 3,5 €:)

 

Pisa'ya gelirken bir Carrefour görmüştüm. Orada yemeyi teklif ettim. Tomtom sağolsun, hemen buldu bize.


Küçük bir market. Fast food alanında bir yer var. Orada da pizzalar, hazır yemekler. Bir margarita söyledik. Bir tane söyledik çünkü şöyle bir şeydi:








4 kişi bitirmek mümkün olmadı. Son dilimleri herkes birbirine ikram etti. İki capuccino ile birlikte 10 € tuttu.

Market bulmuşken su alalım, dedik. Ardından yola çıktık. 


 

Pisa- Roma yolu başlangıcı hakikaten enterasan. Küçücük şehir için acayip bir kavşaklar koleksiyonu yapmışlar. Pisa'yı biraz geçtikten sonra 8'ler çizen kavşaklardan geçip Roma yoluna çıkmak için bayağı uğraştık. 

 

Önce bir kart alıp otoban çıkışında makinaya okutup 4,70 € ödedik.

 


      

Sonraki gişede elini uzatan adam resminin altındaki görevliye 2,30 € ödedik:)

 

Yol gayet rahat geçti. Otelimiz Hotel Giardino D'Europa'da iki günlük rezervasyonumuz var. Otel şehir dışında denebilir, hemen otobanın kenarında. Roma'da toplu ulaşım kullanmayı planladığımız için böyle kolay bir yer seçti eşim. 


Otobanda ilerlerken bir Mc Donald's gördük, hemen daldık. Karnımızı doyurup otele geçtik. Saat 20.30.


Otel 135 € ücreti kredi kartından çekmiş. 32 € şehir vergisini de nakit ödedik.


Oteli genel olarak beğendik. Güzel bir bahçesi ve küçük bir havuzu var. Kızım hemen yüzmek istedi ama hava serinlediği için izin veremedik.


Odamız güzel. Birkaç parça yıkayıp balkona astım. Banyo, yine bideden dolayı çok sıkışık.

         

Bir duş alıp lobiye indik. Lobi sıcak bir şekilde döşenmiş. İçecek otomatlarından bir şeyler alıp kitap okuduk.



Kahvaltı salonu bahçeye bakıyor. Pek güzel. Menü de fena değil. Artık alıştık, illa kruvasan:)


 


Otelin servis saatinde bahçeye çıkıp servise bindik. Bizi metro istasyonuna bıraktı. Biz son istasyondayız, adı Anagnina. Makinadan kişi başı 3 €'luk bilet aldık. 1,5 saat geçerliymiş. 


Danışmadan aldığımız metro haritası ile işimiz kolay. Eşim  İspanyol Merdivenleri için ineceğimiz durağı belirledi. Zaten durağın adı Spagna. 








 Adet olduğu üzere biz de klasik pozlarımızı verdik. Sonra meydanda dolaştık.




      

Otelden birkaç harita almıştık ama unutmuşuz. Aşk Çeşmesi için metroya mı binsek yürüsek mi diye polislere sorduk. Tarif ettiler. Ama eşimin harita olmayınca tadı kaçtı.


Meydandaki harita inceleyen bir çiftin yanına gidip İngilizce haritaya bakabilir miyiz diye sordum.  Onlar da Türk çıktı. Otellerine dönüyorlarmış. "Biz otelden bir tane alırız" deyip haritalarını bize verdiler. Aşk Çeşmesine ve Collesium'a da yürümemizi tavsiye ettiler. 


Mesafe onlar için kısa olabilir ama bizim için uzaktı:)






Yürürken bir balmumu müzesine denk geldik. İçeride neler vardı blmiyorum ama biz dışarıdaki 10-15 heykeli inceledik. 






Aşk Çeşmesi küçük bir meydanda. Tadilat nedeni ile kapalıymış. 






Etrafı küçük sokaklarla çevrili. İki tane dondurmacı var. Meşhur Roma dondurmasını tatmak için iyi bir zamanlama.


Sokaklar Japon turist kafileleri ile dolu. Onları aşa aşa sokaklarda dolaştık. Ara sokaklarda magnet 1 €. 

 

Hava yine çok sıcak. Karşıda Ulusal Tarih Müzesini görüp hemen dalıyoruz.      





Müzenin için çok serin. Giriş katında etnografik objeler var. Küçük bir bölümde de İtalyan tarihini anlatan bir video bölümü. Sandalyeleri görünce kızımla hemen oturduk, dinlendik.  İtalyanca filmi izledik:)

 



Biz tembellik yaparken beyler de müzeyi dolaştılar. 


Artık acıkmaya başladık. Eşim Tiber Nehrinin karşı kıyısında İtalyanların yemek yediği bir restoran bulmak istiyor. 





Köprünün hemen ayağında Nijeryalı olduklarını tahmin ettiğim çanta satıcıları var. Merak edip birinin fiyatını sordum, "siz kaç € diyorsunuz" şeklinde bir yanıt aldım. Anlaşılan pazarlığa oldukça açıklar. 






Yürürken şu küçük İtalyan arabalarının park ediş şekli oğlumun ilgisini çekti.





Küçük bir gizli bahçe içinde restoran bulduk. Çok sakin, huzurlu bir bahçeydi. Yediğimiz en ince hamurlu pizzalar geldi. Ev yapımı tatlılar da güzel görünüyordu ama pizzadan yer kalmadı. 20 € ödedik.

 

Yemek molasından aldığımız güçle Kolezyum'a yürüdük. 





Yapılalı nerede ise 2000 yıl olmuş. Önce bir ağaç altında oturup yapıyı seyrettik (Dinlenmek istemiş de olabiliriz). 

 

Bu sırada otobüsler devamlı uzak doğulu turist taşıyordu. Güneşten pek haz etmiyorlar galiba ellerine uzun eldiven giymişlerdi. Hepsinde ayrıca şemsiye de vardı.

 

Sıcak artık zorlamaya başladı. Giriş için hiç sıra bekleyesimiz yok. 





Vatikan'a gitmeyi de orada oylamaya sunduk. Çocukların büyüyünce kendileri gelip gezmelerine karar verdik:)

 

Kolezyuma en yakın metro durağına gidip bilet aldık, son durakta indik. Otelin servis saati de geldi fakat servisin kendisi yok. Yanlış yerde mi bekledik bilmiyoruz ama 1 saate yakın bekledik. Taksi de yok. Taksi durağı biraz ilerideymiş.

 

Birinden rica ettik, telefonunun haritasından otelin yerini gösterdik. O da bize kaç numaralı otobüse bineceğimizi söyledi. Otobüs durağındayken nihayet boş bir taksi gördük, atladık.

 

Otele oldukça yakınız aslında. Nitekim taksi 6 € tuttu. Şoför dönüş için diyerek 7,5 € istedi ama eşim ödemeyi reddetti. Resepsiyona servisi sorduk ama sağlıklı bir bilgi alamadık.


Kızımın aklında havuz var. Hemen mayoları giyip indik ama havuz hiç temizlenmemiş. İçimize sinmedi. Biraz bahçede kitap okuyup üstümüzü değiştirdik. 

 

Yarın da Roma'da kalmak istiyoruz. Eşim, kızım yüzemedi diye otel değiştirelim, havuzlu başka bir otele geçelim, dedi. Hotel Cristoforo Colombo'dan bir gecelik rezervasyon yaptık.

 

İstasyon civarında İkea görmüştük. Onun yanında bir AVM varmış. Orada yememizi tavsiye ettiler. Arabayla gittik. Küçük bir alışveriş merkezi. 4 tarafı açık, tek katlı. 

   



Park yerindeki Vosvos'a hasta olduk. 


Beyler bir elektronik mağazasından telefon baktılar. Tax free ile ilgili bilgi sordular. 

 

Görevlilerin 3-4'ü birden yardımcı olmaya çalıştı ama vergi indirimi ile ilgili kesin bir bilgi veremediler. Bizim çıkış yapmayı planladığımız Bari veya Brindisi de vergi iadesi alacağımız ofisler yokmuş.


Beyler o işle uğraşa dursun biz kızımla dışarıda  lavabo bakarken bir restoran keşfettik. Old Wild West adlı bir steak house. Hemen beylere muştuladık. 


Restoran tek hacimli, büyük bir yer. Eski Amerikan kasabaları havasında dekore edilmiş. Oldukça kalabalık. 






Muhtelif ızgaralardan sipariş edip 29 € hesap ödüyoruz. 



Kahvaltı bildiğimiz gibi:)

        





Yeni otelimiz de otobandan biraz içeri girince. Otele giriş yapıp meşhur outletlerden birine gitmeyi planladık.


Önce havuzuna baktık, temizdi. Resepsiyonda acayip asık suratlı bir görevli var. Nuh bile demiyor, saat 2'den önce giriş yapamam diyor. Tamam, diyoruz. Girişi yapalım, biz zaten öğleden sonra odaya yerleşeceğiz. Yok, bir türlü anlaşamadık. 

Tomtom'da alışveriş merkezleri içinde Castel Romano da var. O nedenle outlete ulaşmak zor olmadı. Ama gidince gördük ki; Castel Romano büyük bir alışveriş kasabası. Tek tek binaları olan markaları es geçtik. Toplu bir alışveriş merkezinde karar kıldık. 


Beyler su almak için markete girdiler. O sırada biz de kızımla avludaki masalardan birine oturup gözlem yaptık. Kadınların elindeki alışveriş torbalarının kabaca istatistiğini yaparak en çok alışveriş yapılan mağazaları tespit ettik ve alışverişe daldık.


Daldık dedimse o kadar uzun sürede sadece iki mağaza birkaç da çantacı dolaşabildik. Kızım bu iki mağazayı talan etti tabi. En çok H&M'den alışveriş yaptı. Burası çok uygundu. 

 

En son kızım bir güneş gözlüğü alırken beyler bizi buldu. Bir ev eşyası mağazasından beğendikleri varmış, fikrimi almak istemişler. Hakikaten şahane bir mağazaydı. Sapları deri kaplı, seramik 7 parçalı bir bıçak seti (9 €) ve makarna makinası beğenmişler. Onlara Floransa ve Milano fincanı da ekledik.


Öğle yemeğini aynı yerdeki Burger King'te yedik. Menülere 20 € ödedik. 

Yeniden otele döndük.  Otel 12 yaş altındakilere ücretsiz ek yatak istediği için biz 3 kişilik rezervasyon yaptırmıştık. Resepsiyondaki laf anlamaz adam "olmaz" dedi, siz 4 kişisiniz. Tamam da dedik, 4. kişiye ücretsiz ek yatak sağladığınız yazıyordu. 


Ben o sırada tabletten otelin güncel fiyatına baktım, bir günde 20 € artmış. Adam 4 kişilik odayı verecek ama 76 €'dan. Kabul etmedik tabi. Adamın niyeti açık. Bizim 50 küsur €'ya rezerve ettiğimiz odayı daha pahalıya satmak.


Bu adamla sorun yaşayacağımız belliydi zaten. Biz de kalmıyoruz kardeşim, dedik çıktık.



Hemen bir plan yaptık. İstikamet Bari Limanı. Bu akşam İtalya'dan çıkacağız. 

 

Saat 15'te Roma'dan çıktık.  İlk otoban gişesinde 10,10 € ödedik.

 

Napoli tabelaları göz kırptı ama aldırmadık:)

 

Bir istasyonda mola verdik. Otogaz aldık. Espresso ve su alıp devam ettik.

 

Sonraki otoban gişesinde de 13,30 € ödedik. Şu İtalyan gişeleri doymak bilmeyen canavar gibi.

 

Saat 20.00'de Bari'deydik. Önce bilet almak lazım. Acentalar yan yana dizili. Sırada önümüzdeki adam rezervasyon kağıtlarını gösterdi. Şubat ayından rezervasyonunu yapmış. Bu bilgi bizi tedirgin etti. 

 

Ama Adria firmasından bir kamara bulmayı başardık. Araba ile birlikte 347,50 € ödedik. Adam da Şubatta yaklaşık bu fiyatlara almış. Neyse, iyi bari.

 

Yemek için seçenek yok. Pizzacıya girdik. Orada yersek servis ücreti alıyorlarmış. Paket yaptırıp 13 € ödedik. Araba ile sıraya girip arabada yedik. 

 

Sıra, feribot sırası. Önce gişelerin olduğu yerden liman kıyısına gitmek için bekledik. Sonra liman kıyısında feribota binmek için. Acelemiz yok, kalkış saati 23. 

 

Gemi girişinde pasaportları kontrol ettiler. Yeşil pasaportları gören görevli, "diplomatik?" dedi, eşim de "Diplomatik-politik" şeklinde cevap verdi. Hemen geçtik:) 

 

Geminin araba girişinde yolcuları indirdiler. Biz gemide lazım olacakları ayırmıştık. Çocuklarla inip yürüyerek gemiye bindik. Eşim de arabayı parkettikten sonra yanımıza geldi.

 

Görevliler bizi kamaramızla ilgilenen bankoya yönlendirdiler. Bir pasaportu rehin alarak kamara anahtarı veriyorlardı. Benim yeşil pasaportu görünce "gerek yok, sizde kalsın" dediler.  

 

Kamara, iki ranza ve bir lavabodan oluşuyor. Yastık ve nevresim takımları temiz. Gezi bloglarında kamaraların havalandırma sebebi ile çok soğuk olduğunu okumuştuk. Bu nedenle arabadaki tüm battaniye ve şallar yanımızda. 

 

Gemiyi dolaşmaya çıktık. Daha araba kuyruğu sürüyor. Koridora battaniye serip uzanan aileler gördük. Güvertedeki banklar da "deck" bileti alanlar tarafından doldurulmuş. Biz de Bari'yi seyrediyoruz. 

 

     

Gemi ancak 00.30'da hareket edebildi. Biz kızımla kamaraya çekilip kitap okuduk. Beyler biraz da kafeteryada takılıp kahve içmişler. Kamara gerçekten soğuk.

 

Eşim erkenden kalkıp Denizi seyretmiş. Biz tabi uyuyormuşuz.


                   


                  


Gemi Arnavutluk'un Durres limanına 10'da vardı. Çıkış noktası inanılmaz kalabalık oldu. Kendimizi geminin kafeteryasına zor attık. Duty free rafları neredeyse boş. Hiç girmedik bile.

 

Biz yine arabayı dışarıda bekledik. Otopark çıkışındaki pasaport kontrolünden sonra dışarı çıktık ama görevliler bizi mecburi bir yola yönlendirdiler. Herkes bir gişeden birşey alıp arabasına dönüyordu. Anlayamadım ama yeşil pasaportu gösterince "tamam, siz devam edin" dediler. Vize miydi acaba?

 

 

Şehir merkezinde yol kenarından bize anahtar sallayanlar vardı. Bunun "otelimize buyurun" anlamına geldiğini anlamamız biraz sürdü:)


15 € ile 2070 Lek aldık. 1 €, yaklaşık 140 Lek.

 

Bir börekçi görüp durduk. Zar gibi açılmış yufkaları harçla doldurup fırınlıyorlar. 100 Lek ödediğimiz böreklerle kahvaltı yaptık.

 

Yollar artık tanıdık. Geçen sene fotoğrafladığımız demiryolu köprüsünü bu sene de çekiyoruz.





 Hava çok sıcak. 39 derece civarı. Hız sınırı düşük, çok fazla polis kontrol noktası da var. Bir de düğün konvoyuna denk gelmeyelim mi? 

 

  

 

En arkadaki adam konvoyu kamera ile çekiyor. Arabaların dikiz aynalarında havlu var. Tanıdık geldi, değil mi? 

 

Makedonya sınırında polisler pek sıcak davranmadılar. Kışın Üsküp'te olaylar çıkmıştı. Ayrıca Mayıs ayında Makedon sınırında olaylar olmuş, Makedonya'daki Arnavutlar protesto gösterileri yapmışlardı. Bu nedenle polis Arnavutluk'tan gelenlere sorular soruyor. 

 

İtalya'dan geldiğimizi, Arnavutluk'u transit geçtiğimizi, Ohrid'de tatil yapmayı planladığımızı söyleyip geçtik. Saat 14'te Ohrid'deyiz. 

 

Eşimin Bookingten seçtiği otel gölün bir arka paralelinde. Her yere yürüme mesafesinde House Duda. 

 

Tabelası olmaması nedeni ile esnafa sorarak bulduk. Odamız en üst katta 2 odalı. Banyosu geniş, balkonu var. 35 €. Yalnız hafta sonu dolu olduğu için bir gece kalabileceğiz.

 

Hemen mayoları giyip geçen yıldan bildiğimiz Golden Beach'e gittik. Biraz yüzdük, biraz güneşlendik. Kızım havuza da gitmek istedi ama kişi limiti doluymuş.

 

Akşam geçen yıldan gözdemiz olan Belvedere'de yemeye karar verdik. Otele de yürüyüş mesafesinde. İşletme el değiştirmiş galiba. Çünkü servis geçen seneye göre daha iyi.

 

Hem canlı müzik hem de dans gösterisi vardı. 


           

Klasik cevabi siparişi verdik. Ayrıca peynir tabağı da. Cevabiler geçen sene daha pofuduktu ama yine de güzeldi. 

 

 

Tabi üstü rende peynirle kaplanmış Üsküp Salatasını da unutmadık (Yemek 1225 Dinar tuttu).

 

Ertesi sabah çarşıdan börek ve içecek alıp geldik. Bu arada çocuklar da uyandı, ortak terasta kahvaltı yaptık. Görevliye internete hiç giremediğimizi söyledik. Meğerse interneti kapatmışlar. Çok kızdık. Çünkü bu yüzden bugün için otel bakamadık. 

 

Otel APS'nin adresini dün kahve içtiğimiz kafenin wi-fisine bağlanıp almıştık Allahtan. Ama o adresi bulmak da zor oldu. Çünkü cadde ismi yanlış. 

 

Ayrıca resmini koydukları site, karşıdaki site. Kiraladığımız yer bir apartman dairesi olunca tabelası da yok tabi. Velhasıl epey uğraştık. Orada oturan bir adam yardımcı oldu. Telefon edip yeri tam olarak öğrendi ama yeterli değil, anahtarı almak için ilgili kişiyi beklemek gerekti. 

 

Nihayetinde 2 odalı tam bir daire şeklindeki yerimize yerleştik. Bir evde olması gereken herşey var. Mutfak da tam teşekküllü. Asıl önemlisi hem çamaşır makinesi hem de çamaşır kurutma askısı var:)

 

Hemen Golden Beach'e gittik. Bu sefer kızımı kırmayıp havuza geçtik. 600 Dinar ödediğimiz havuz kalabalık. Ama çocuklar eğlendiler.

 

Öğlen yemeği için Belvedere'ye gelip tekrar plaja döndük.  

 

Otelde duş alıp göl kenarına indik. 


      

Biraz yürüyüşten sonra yine Belvedere. Geçen seneki gibi risk almak istemiyoruz. Restorandan memnunuz.

 

Bu akşam beyler karışık deniz ürünleri (bence böcükleri) salatası söylediler. 


 

 

 

Cevabilerden hariç bir de tavuk var. 

 



Yine canlı müzik var. Göl kenarında hafif bir esinti... Uzun bir akşam yemeği oldu (1160 Dinar - 19,50 €). 


Göl kenarı oldukça canlı. Biz trafiğe kapalı alışveriş meydanında dolaşmayı tercih ettik. İstikamet İstanbul çaycısı. 

 

Sabah ilgili kişiyi arayıp çağırdık. 36 €'yu ödedik. 

 

Bir kafede kahve içip Manastır'a (Bitola) doğru yola çıktık.  Yol üstündeki Resne'yi de arabayla şöyle bir dolaşınca yol 2 saat sürdü. 

 

 

Rezervasyonumuz Villa Diamond'da. Navigasyonla çok yakınına geldiğimizi biliyoruz ama ters yöne girince karıştırdık. Bir börekçiden yardım istedim. Adam Türkçe konuşarak çırağını bizim arabaya bindirdi. Çırak bizi otelin hemen önüne çıkardı sağolsun. 

 

Küçük bir otel. 45 € ödedik. Odamız giriş katında, tek oda. Banyo kocaman ama çok köhne.  Eşyaları bırakıp çıktık.

 

Otelimiz meşhur Şerok Sokağının hemen başında, Geçen sene sokağı öbür ucundan, Manastır Askeri İdadisi'nin olduğu taraftan gezmeye başlamıştık. Bu sefer diğer ucundayız. 

 

Bir börekçiye girdik.Börek ve çayla kahvaltımızı yaptık. 2 kız kardeşin işlettiği yerde börekler güzeldi.

 

Biraz alışveriş yapıp otele döndük. Biraz dinlendik.

 

Öğle yemeği için Tripadvisor'den bir yer seçtim: Grne. Adresini ve yol tarifini de tablete kaydettim. Eşim bana güldü. Meğerse otelden 1-2 dakika uzaklıktaymış.

 

Yağmur yağmaya başlayınca içeri oturduk. 

 

Garson Manastır'ın geleneksel yemeğini önerdi. Güveçte 2 kişilik olarak hazırlanıyormuş. Biz bu "2 kişilik" ifadesine güvenerek başka yemekler de söyledik.


  

Güveci cızırdama sesleri ile birlikte getirdiler. Yemelere doyamadık. Ayrıca iki kişilik falan da değildi. Bitiremedik.


                

Bu da diğer tabaktı. 1420 Dinar ödediyip çiseleyen yağmur altında çıktık.

 

 

 

 

Geçen yıl gezmiştik ama tarihi eserleri yine gezmekten keyif aldık. Sadece Manastır Askeri İdadisi'ni tekrar gezemedik. Bir kamyon kapısına yanaşmış, birşeyler indiriyorlardı. Sadece bahçede dolaşıp çıktık.

                 

Sokak canlanmaya başladı. Suna Pastanesinde oturup trileçe sipariş ettik. Ayrıca demleme çay da vardı. İnsan özlüyor çayı. 

 

 



Günü dolaşarak ve alışveriş yaparak geçirdik. O öğlen yemeğinden sonra kimse acıkma emareleri göstermeyince yine bir pastaneye oturduk. Bu seferki trileçelere kahve eşlik etti.




Sabah yine sokağa gelip börekçide kahvaltı yaptık. Gaz ve benzini alıp yola çıktık. İstikamet Yunanistan. Bu arada saat dilimi değişecek ve saatleri 1 saat ileri alacağız.

 

  

Yunan sınırından problemsiz geçtik. 2 ay sonra Suriye'li mültecileri engellemek için bu sınır günlerce kapalı kaldı. 

 

Yollar güzel. Biz Selanik'ten sonra  içeri girip Asprovalta'ya gitmek niyetindeyiz. Burası bir sahil kasabasıymış. Otel Karatsis'ten yer ayırttık.

      
   

Navigasyonla kolayca bulduk. Ana yolun üzerinde zaten. Resepsiyondaki Arnavut görevli, çocukları görünce önce ana binadan verdiği odayı bahçe ile değiştirdi. Gerçekten de daha geniş bir oda. Basitçe döşenmiş, küçük bir mutfak düzeneği var.


Deniz için hazırlandık. Görevlinin bize tarif ettiği yolun devamındaki bir kampa gideceğiz. Kapıda görevliler almak istemedi. Anlamazlığa gelip girdik. Şahane bir kampmış. Çadır ve karavanlar var. Uzun süreli kalanlar, kendi alanlarını eve çevirmişler.

Ama sahili görünce hayal kırıklığı yaşadık. Rüzgar, denizi oldukça kirletmiş. Girilecek gibi değil. Geri dönüp bu sefer kasaba merkezine gittik.

Buradaki plaj oldukça kalabalıktı. Biraz yüzüp çıktık.

Sahil boyunca restoranlar ve kafeler var. Biz bir ara sokaktaki bir yere oturduk. Evrensel  olan "bilmediğin yerde kalabalık olan yere otur" kuralına göre seçtik.

Tavuk gyros sipariş ettik. 


            

Porsiyon böyle geldi.

Yemekten sonra biraz daha sahilde dolaştık. Sonra bir pastaneden çocuklar dondurma aldılar. Biz de lokma tatlısını denedik. Fena değildi.

Akşam üstü otele döndük. Biraz dinlendikten sonra resepsiyondaki görevlinin önerdiği taverna için dışarı çıktık. Tarife göre şehir dışına doğru gittik ama bulamadık.

Şehir merkezinde gözümüze bir yer kestiremeyince yine sahile gittik.


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir tavernaya oturduk. Arnavut garsonumuz bizimle çok ilgilendi. Oğlumla eşim yine deniz böcüklerinden sipariş ettiler (Kalamar dolma, ahtapot ızgara).


  Benim için Greek salata şahaneydi.




Eşim Haris Aleksiou'dan Apopse Thelo Na Pio'yu sevdiğini söyledi. Baktık, az sonra o şarkı çalıyor. En son bir meyve tabağı ikram ettiler. 33 € hesabı ödeyip kalktık.


 

Geçen yaz Kavala ve Gümülcine'yi gezmiştik. Bu sefer İskeçe'yi gezmek istiyoruz.

Bu yerlerin hepsi otobana oldukça yakın. Kısa bir mesafe içeri girince İskeçe'deyiz. 

 

Ama park yeri bulmak ne mümkün. Şehir merkezini 3 kez dolaştık ama nafile. Kahvehaneler, börekçiler görüyoruz. İnip kahvaltı yapmak, şehri dolaşmak istiyoruz ama mümkün değil. Kısmet değilmiş, deyip yola devam ettik. Öğleye doğru sınıra vardık.

Yunan tarafındaki free shoptan kızıma söz verdiğimiz oyuncakları ve ayakkabıyı aldık. Bir görevli peşimizi bırakmadı, kampanyada olan tüm çikolataları gösterdi:)

 


 

12.30'da sınırı geçtik. Hoşbulduk!


Notlar:
1-Evimize geldiğimizde 5564 km yol yapmıştık.

2-15. gün geri döndük.

3-Güzergah üzerinde Bulgaristan ve Slovenya'da vignet uygulaması var. Sırbistan, Hırvatistan ve İtalya'da otoban ücretleri gişelerde ödeniyor.

4-Zagreb'i, Belgrad'ı, İtalya'nın tamamını gezmelere doyamadık. Aspovalta'ya bir daha gerek yok:)

5-Bir dahaki sefere Arnavutluk'ta da konaklayalım. Örneğin Avlonya'da. 


 

*  Arabayla Orta Avrupa Turu yazımız burada:)

Arabayla Avrupa Turu yazımızda ortak şehirler var. Bi bakın derim:)