ARABAYLA AVRUPA TURU (2017)
Bu gezi yazısına başlığı olmadan başlıyorum. Çünkü bu sefer olayları biraz baştan alalım istiyorum. Bakalım nasıl planlama yapmışız:)
ŞUBAT
Her boş anımızda telefondan haritalara bakıyoruz. Nereye gideceğimiz belli değil.
MART
Eşim THY ile Temmuz ayı için Barcelona 'ya gidiş geliş kişi başı 100 €'a bilet bulduğunu muştuluyor. "Hemen alalım diyorum", "Du bakalım" diyor, "Yazın oralar çok sıcak olur, İtalya'daki gibi çocuklar perişan olur."
NİSAN
Biletler artık 300 €:) Zaten yazın oralar çok sıcak olur:)
Eşim her fırsatta Gürcistan ve Azerbaycan muhabbeti yapıyor. Hayırdır inşallah!
MAYIS
Bu sefer muhabbet konumuza Romanya, Moldova ve Ukrayna da ekleniyor.
MAYIS SONU
Her iki güzergah da aile meclisince reddedildi:)
HAZİRAN
1. Hafta:
Şimdi de Batı Avrupa fikri ortaya atıldı.
Tabi zarif eşim haklı olarak diyor ki;
Madem Orta Avrupa'dan arabayla geçecektik, geçen yıl uçakla Budapeşte'ye gidince araba kiralayacağımıza uçağa atlayıp İsveç, Norveç veya Hollanda, Belçika gezseydik. Arabayla Benelüx yapınca aynı yerlerden tekrar geçeceğiz.
Adam haklı beyler, dağılın.
2. Hafta:
Sevgili şoförümüz fikre ısınmaya başladı:)
Kapıkuleden çıkarız, gezdiğimiz yerler haricinde gezmek üzere Niş, Novi Sad, Györ (Yanıkkale) üzerinden Amsterdam'a varırız.
Ondan sonra her yer yakın zaten: Brüksel, Paris...
3. Hafta:
Plan tamam gibi:)
Bu kadar uzak yerlere arabayla gitmek için 2 motivasyon kaynağımız var:
Biri Ahmet Mithat Efendi'nin 1889 yılında Stockholm'deki bir konferansa gitmek için yaptığı Avrupa gezisi.
4. Hafta:
Yanımıza almamız gerekenlerin bir listesini oluşturuyoruz. Aklımıza geldikçe ekleme yapıyoruz:) Sinek kovucu sprey, tek kullanımlık yağmurluk gibi.
Artık son hazırlıklar, tamamlanması gereken son işler...
HAZIRIZ!
........................................
Döndüğümüze göre artık başlığı yazabilirim: Arabayla Avrupa Turu! Tam bir Avrupa turu olmadı ama başka ne isim vereceğimi bilemedim:)
18 gün süren, Kapıkule'den çıkıp İpsala'ya girişi 8.200 km tutan seyahatten notlarımız şunlar efenim:)
Gerçi filmin sonunu baştan söylemiş gibi oldu ama...
1. gün Edirne-Niş
Sabah 7.30'da Kapukule'deyiz. İşlemler aynı. Kişi başı 15 TL yurt dışı çıkış pulu. Gişelerin birinde satılıyor.
Yeşil sigortayı bu sefer gişelerden birine taşımışlar. İyi olmuş. 1 aylık yeşil sigortayı yaptırıyoruz.
Evrakta arabanın plakası doğru ama markası ve modeli bizim iki önceki arabanın. Problemin nereden kaynaklandığını anlayamadık. Araba bilgileri sistemden okunuyormuş, bu nedenle manuel düzeltme olmuyormuş, Oysa bu arabayla kışın aynı kapıda yeşil sigorta yaptırırken sorun olmamıştı.
Bu konu ile ilgili gümrüklerde epey tedirgin olduk ama açıkçası hiç bakan olmadı.
Bulgar sınırını geçmek için 50 dakika bekledik. Havuzdan geçip tekerleklerimizi ıslattıkları için 3 € ödedik. Bu parayı hep bozuk olarak hazır tutuyorum. Ne olur, ne olmaz:)
Bulgar sınırında 2 kere bagaja bakıldı. Bu daha önce hiç olmamıştı. Mültecilerden dolayı mı acaba?
Bu yolların yabancısı değiliz artık. İlk iş olarak vignet almak lazım. İlk benzincide vignet yokmuş. OMV'de buluyoruz: Bir haftalık 15 Leva.
Yol üzerinde yemek yenecek yerler sınırlı. Önce Rakovski girişinde KFC var. Son Mc Donald's. 30 km sonra da Burger King. Buralar wc ve wi-fi için önemli noktalar:)
Biz Burger King'de durup 17 Levaya yemek yiyoruz.
Sırbistan'a Kalotina sınır kapısından geçeceğiz. Ama şoförümüz bizi uyarıyor. Mantıklı olan yoldan gitmek için Sofya çevreyolunun ters C şeklinde olması gerektiğini söylüyor. Hem navigasyondan hem de offline Maps.me uygulamasından kontrol edip ters C'yi görüyoruz. Yoksa yol boş yere uzarmış:)
Bu Maps.me uygulamasını bir blogda okumuştum. Ne şahane bir şeymiş. Lazım olan ülkeyi, şehri veya bir güzergahı internet varken yüklemek gerekli. Ondan sonra offline olarak o bölgede istediğiniz tüm aramaları yapıp yol tarifi isteyebiliyorsunuz. Özellikle Tomtomun bilmediği restoranlar için ve yaya gezerken çok işimize yaradı.
12.30'da sınır kapısına geldik. 2.39 Levadan dizel aldık. Avrupa'da dizel pahalı. Gidişat dizel arabaların tamamen kalkması yönünde imiş.
40 dakikada iki sınır kapısını da geçip Sırbistan'a giriyoruz.
Sınırı geçince change ofisleri var. 1 €=114,60 Dinar yapıyor.
Yol gelişli-gidişli başlıyor. Otoban yan tarafta. Büyük oranda bitmiş ama açılmamış.
Yolda Türkiye tarafına giden çok sayıda Belçika plakalı araba var. Muhtelemelen çoğu Emirdağ'a gidiyordur:)
Niş'e 50 km kala yol duble oluyor. Sonra tekrar gelişli- gidişli.
14.30'da Niş'teyiz. Niş'e girişte Dis Market görüp duruyoruz.
Yanındaki Pilot Cafeye oturup internete bağlanıyoruz. Tripadvisorde buraya yakın bir restoran seçiyoruz. Garson da seçimimizi onaylıyor. Buraların en iyisiymiş.
Bağlanmışken Bookingten Rile Men Otelden rezervasyon yapıyoruz (Oda+kahvaltı 45 €). Kahveler de 370 Dinar tutuyor.
Tomtomun bizi götürdüğü restoran kapalı. Kapısında tadilattayız yazıyor.
Tripadvisorden başka bir restorana gitmeye karar veriyoruz. Strara Serbia.
Restoran şehir merkezinde Önüne park ediyoruz. Park ücreti için telefondan SMS göndermek gerektiğini söylüyorlar. Park görevlisini buluyoruz. O da aynı şeyi söylüyor, nakiti kabul etmiyor.
Biz uğraşırken garson gelip yardım etti, sağolsun. Hemen yan dükkanda sigara falan satan bir yerden bize park kartı aldırıyor (80 Dinar), sorun çözülüyor. Daha önce bunu niye söylemiyorlar, bilmiyorum.
Bu kadar uğraşıp girdiğimiz restoran, tam bir hayal kırıklığı. Yan masada küfürlü konuşan bir Türk, biz Türkçe konuşunca özür diliyor.
Fiyatlar oldukça pahalı, hijyen çok iyi değil. Beef çorba ve şu peynirli salatadan sipariş verip 1390 Dinar ödüyoruz.
Otelimiz çok uzak değil. Odaya eşyaları bırakıp çıkıyoruz. Aman Allahım, banyonun kapısı kapanmıyor. Resepsiyona bildiriyoruz.
Arabayı otelde bırakıp taksiyle İstanbul kapısına gidiyoruz (170 Dinar).
Burası Niş Kalesinin ana kapısı. Osmanlılar tarafından yapılmış. Girince hemen solda bir hamam var. Bahçesi kafe olarak hizmet veriyor. İçeride Osmanlılar tarafından yapılan bir cami de var. Yürüyerek gezenler vardı ama biz gezi trenini tercih ettik (400 Dinar).
Kapının önü hemen nehir. Köprüden geçince kentin ana merkezi Kral Milan Meydanı başlıyor.
Kral Milan Meydanı restoran, kafe ve alışveriş merkezi. Oldukça kalabalık. Biz de baştan başa dolaşıyoruz. Hemen köşedeki Mc Donald's wi-fi için imdada koşuyor:)
Akşam yemeği için Mc Donald'sın yanındaki köftecide platseviska ve cevabi sipariş ediyoruz (525 Dinar).
(Gezi yazılarında mümkün olduğunca fiyat yazmaya çalışıyorum. Ama aile meclisi bu konuya çok sıcak bakmıyor. 'Fiyat yazılır mı, ayıp' diyorlar:) Ben de buralara hiç gitmeyen biri fiyatlar hakkında fikir sahibi olsun istiyorum. Nitekim gelen yorumlarda bize sıkça güncel fiyat soruluyor. Ne yapayım, bilemedim:) )
Yandaki kafede de dondurmalarımızı yiyip yürüyerek otele dönüyoruz.
Klasik "Balkan televizyonlarında tanımadığımız Türk Dizisi" temalı fotoğrafı da çekmeyi ihmal etmiyoruz:)
2. Gün Niş-Györ
Oteldeki kahvaltı standart. 9.30'da yola çıkıyoruz. Dün otele yürürken çok sayıda börekçi görmüştük. Tazecik alıp yiyoruz.
Şehirden çıkınca hemen otoban başlıyor. Az sonra Üsküp yolu ayrılıyor (Skopje).
İlk otoban gişesinde butona basıp kart alıyoruz.
Belgrad girişinde 800 Dinar yol ücreti ödüyoruz.
Belgrad'a el sallayıp devam ediyoruz. İtalya'ya giderken gezmiştik. Tuna Nehri ile daha çoook yollarımız kesişecek.
Burada hatırlatmak lazım, otoban, otopark ve marketlerdeki tabelalar şu anlama geliyor:
Ulaz- Giriş
Izlaz-Çıkış
Belgrad çıkışında 1540 Dinara dizeli kendimiz dolduruyoruz.
Otoban devam ediyor. Karşı yön çok kalabalık.
Yolda çokça OVM var. Hem yakıt hem market olarak çok faydalı.
Otobandan çıkarken para ödenmesi gereken gişeden sadece 2 tane var. Bu nedenle trafik çok sıkıştı.
Danimarka plakalı bir araçtaki yurttaşımız yanımızdan geçerken selam verdi. Böylece biz 1 saat kuyrukta beklerken "Arabayla İskandinav Ülkeleri" temalı projemizi oluşturduk:) Kim bilir belki de... (Çok değil, 1 sene sonra bu hayalimizi gerçekleştirdik. Arabayla Baltık Ülkeleri ve İskandinavya )
Macar sınırı da kalabalık.
Burada da sınırda beklerken gurbetçilerin selamlarını aldık. Bagajımıza bakılmadan geçtik.
Çıkınca hemen sağda birkaç vignet noktası var. Burada dikkat! Frontla alırsanız 10 € karşılığı. Ama € ile alırsanız 14 €. Cama yapıştırmaya gerek yok. Sadece fiş verdiler.
Bu arada 90 €'yu 25.650 Front karşılığı bozdurduk.
347 Fronttan 3000 Frontluk mazot alıyoruz.
Budapeşteyi de geçiyoruz. Bu güzel şehri de Orta Avrupa gezimizde gezmiştik. Bu nedenle bugünkü konaklamamızı burada değil de daha önce görmediğimiz Györ'de yapıyoruz.
Bu yolda da her yerde MOL var. Buralar da çok kapsamlı benzin istasyonları. Hız sınırı 130 km.
17'de Györ'e varıyoruz. Girişte Audi'nin fabrikası var.
Audi, bazı parçaları ile küçük bazı modellerini burada üretiyormuş.
Şehir içinden geçip Topart Kamping'e geliyoruz. Nehir kenarında yemyeşil bir alanda. Tekrar Tuna:)
4 bungalovu var. Geniş arazisinde çadır kuranlar da vardı.
4 kişilik odaya 33.6 € ödedik.
Resepsiyondaki ablaya gulaş yemek istediğimizi söyledik. 'Ben yaparım' dedi ama yine de dışarıda yiyelim dedik:)
Kampinge çok yakın noktada büyük bir AVM var:Duna Center.
Aldı Marketten alışveriş yaptık. Ama burada yemek yiyecek bir yer yok.
Navigasyonla şehir merkezine geldik. Park yeri bulduk. Saat itibariyle ücretsizmiş.
Şehir merkezinde şöyle bir meydan var:
Her şey bunun etrafında. Gezmesi çok kolay oldu. Gördüğümüz restoranların menüsünde hiç yerel yemek yok.
Sokaklarında gezdik.
Köprü, yeni şehir ile Old Town'ı birbirinden ayırıyor.
Her yer çok sakin. Hava ise çok serin. Nihayetinde bir alışveriş merkezi bulup ev yemekleri yapan bir yerde yemek yiyoruz (3300 Front.) Ama gulaş bulamadık:)
3. Gün Györ-Frankfurt
Bungalovda çok rahat bir gece geçiremeyince 6.30'da yola çıktık. İlk MOLda durup tüm bozuk Frontlarla (ki 1900 yaptı) mazot aldık:)
Burada ayrıca 13 €'ya Avusturya vigneti de aldık.
Sınırda yol daraldı. Yavaş yavaş geçtik.
Viyana yakınlarında da tek şerit halinde yolun cep kısmına aldılar. Araçlar polisin önünden tek tek geçti. Bu uygulama ile ilk kez karşılaştık.
Viyana'yı da geçen yıl gezmiştik. Şoförümüz haklıymış:) Neyse arada görmediğimiz şehirleri geziyoruz.
Alman sınırına doğru yol alıyoruz. 20 € yakıt alıp devam...
Sol şerit devamlı boş. Sadece sollama şeridi olarak kullanılıyor.
Yazın ortasında hava 16 derece.
Alman sınırında pasaport kontrolü yok ancak trafik oldukça yavaşladı. Polis kontrolü imiş. Tek tek geçtik. Geçen yıl böyle bir uygulama yoktu. Bu yıl tüm sınırlarda olağan dışı bir durum var.
Almanya'ya girişten itibaren hız sınırı yok:)
Benzin istasyonlarında yeme-içme alanları da var. Serways, Mc Donald's, Burger King, KFC... Bunlar için bazen cepten biraz içeri girmek gerekiyor.
Bunların birinde hem 30 €'ya yakıt alıp hem de Frankfurt Holiday İnn Messe Hotel'den 69 €'ya Bookingten rezervayon yapıyoruz.
16.00'da Frankfurt'tayız.
Otelin karşı sırasına park yapmak mümkün. Ortalık oldukça tenha. Resepsiyondaki Hasan, pazar günü olduğu için her yerin kapalı olduğunu söylüyor. Central Grill açıkmış. Orayı tarif ediyor. Yürüme mesafesinde ama biz arabayla gidiyoruz:)
Türklerin işlettiği güzel bir restoran. Hesap 22,5 € tutuyor.
Oradan şehir merkezine gidiyoruz. Gerçekten orası da çok tenha.
Gutenberg-Denkmal Anıtının bulunduğu yukarıdaki meydana yakın bir yere park ediyoruz. Parkmetrede yazanları okumaya çalışırken İngilizce yardım istediğimiz ama Türk olduğunu öğrendiğimiz gençler Pazar günü ücretsiz olduğunu tercüme ediyorlar:)
Arabamız aşağıdaki anıta çok yakın. Berlin Duvarından bir parça, heykel gibi kaldırım üzerinde sergileniyor. Bunun hikayesini kızımdan dinliyoruz. Dünyanın bir çok şehrinde sergileniyormuş.
Buradan nehir kenarına doğru yürüyoruz. Yol üstünde Birlik Anıtının üzerine yapılmış Einheittsdenkmal heykeli var. Bulunduğu meydan turist yoğunlukta.
Dört bir tarafta inanılmaz binalar var.
Her yer yürüme mesafesinde olduğu için burada toplu ulaşıma çalışmadık.
Ve buradan sonra karşımıza meşhur Romer Meydanı çıkıyor. Klasik Alman binaları, Alman mutfağı ve turist alışverişi için bir cennet:)
Biz de alışverişimizi buradan yapıyoruz. Turistler Uzakdoğulu ağırlıkta.
Artık Main nehrine çok yakınız. Bu nehir Ren ile Tuna'yı birbirine bağlıyor. Nehirdeki köprüde (asansörle çıkmak mümkün) şu asma kilitlerden bolca var.
Kızım nehrin karşısına geçmeyi teklif ediyor ama uzaktan bakmayı tercih ediyoruz:) En çok burada vakit geçirdik. Nehrin kıyısında yürüyüş yaptık. Çok güzeldi.
Aynı yoldan arabamıza yürüyüp otele doğru gidiyoruz. Su almak istiyoruz ama açık bir yer yok. AVMler de kapalıymış. Messe'ye çevre yolundan gittik, açık bir yer bulamadık. Aman Allahım koca Frankfurt'ta susuz kaldık:)
Nihayet açık bar, pub gibi bir yer bulduk. Türk marka sular varmış. Bagaja attık.
Yemek için karşımıza Bilgin's Kebap çıktı. 2 pizzaya 10 € ödedik.
Otelimiz çok rahat. Televizyonda şu tarz yarışmalarının Alman versiyonuna denk geldik. Dinlenme zamanı...
4. Gün:Frankfurt-Amsterdam
Otelde kahvaltı şahane. Kahvelerimizi de içip 9.15'te yola çıkıyoruz. Şehri çıkarken yol kalabalık.
Köln tabelalarını takip ediyoruz. 1.09 € ile yolun en ucuz dizelini görüyoruz:)
Bu arada benzin istasyonlarında wcler 0,50 veya 0,70 €'ydu. Makinadan kart alıp turnikeye okutularak giriliyor. Bu kartların ne işe yaradığını birkaç ülke sonra keşfettik.
Örneğin; MOL'dan aldığın wc kartları ile MOL istasyonlarında kart tutarı kadar bedava alışveriş yapabiliyormuşsun. Bunları biriktirip yakıt alanlar varmış. Biz bunu öğrenene kadar kartları hep atmıştık:)
Ceplerde güzel mola yerleri var.
Hollanda sınırına yaklaşınca trafik yoğunlaştı.
Hollanda'ya girince hız sınırı önce 100, sonra 120 km oldu. Hollanda plakaları sarı renkli.
Otobanda Amsterdam kavşağından ana yola katılmak için ilginç bir sistem var: Dönüşte trafik lambası var. Birkaç saniye yeşil yanıyor, kırmızıya dönüyor. Bu sırada bir araba ana yola katılmış oluyor. Enteresan.
Amsterdam, bu arabayla Avrupa turunun asıl hedeflerinden biri. Merak ediyoruz.
Camping Zeeburg'ta kalacağız. Pek meşhur bir yer. Aşağıdaki kanalın kenarında.
Karşı ayakta da Camping Zeeburg 2 var. Daha yeniymiş. Yüzme havuzu da burada.
Campingte bungolovlar, çadır alanları, karavan park yerleri var. Neyle gelirseniz kabul ediyorlar:)
Suyun kenarında, yemyeşil, market, mutfak, banyolar, çamaşır makineleri, barbekü alanları şahane.
Güleryüzlü çalışanlar çok yardımcı oldu. Arabamız için de ücret ödeyerek toplamda 2 gece için 74 € ödedik. Arabayı 24 saat park etmek için 7 € şahane. Böyle fırsat her yerde olmaz.
Ayrıca karşı kıyıdaki yüzme havuzuna 2 gün ücretsiz giriş bileti de veriyorlar ama yüzmek ne mümkün, hava çok serin:)
Açız. Önce yemek!
Eşim daha önceden internetten çalışıp öğrendiği bir yere götürüyor bizi: Dapperstraat. Burada çokça restoran varmış. Yola çıkıyoruz.
Hollanda'nın bisikletlileri meşhur:) Öncelik her daim onların.
Hedefe gelince bir adam yolumuzu kesti:) Orada her gün kurulan pazarda karpuz kavun satan hemşehrimiz plakayı görünce ortalığı şenlendirdi. Bize karpuz ikram etti. Arkadaşlarına bizi tanıttı.
Bir pazar tezgahının arkasına kaldırıma çıkararak park ettirdi. 'Ben varken bir şey olmaz' dedi:)
Birkaç restoran tavsiyesi oldu. Biz en yakındaki Beste Döneri tercih ettik.
Ayrıca Dapperstraat Caddesi üzerinde etli pideci ve Kervan restoran da var.
Soslu kallavi dönerler 5 €.
Hemşehrimiz istersek arabasını takip etmek suretiyle bizi Marken ve Volendam'a götürebileceğini söylüyor. Ama bakıyor ki eşim yollara vakıf, içi rahat bir şekilde bizi uğurluyor.
Cadde üzerindeki Market Albert Hijn'den alışveriş yapıp meşhur I Amsterdam'a doğru yola çıkıyoruz.
Çok yakınına kadar gelip park yeri buluyoruz ama ödemesi problem. Çünkü parkmetreler sadece kredi kartı kabul ediyor.
Nedense I Amsterdam yazısının deniz kenarında olduğunu zannederdim, değilmiş:) Ama kara Avrupasının bittiği kıyı şeridine çok yakın.
I Amsterdam, geniş bir meydanın ortasında. Arkasında Ruks Müzesi, önünde Van Gogh Müzesi, onun yanında Moco Müzesi, havuz, büyük bir park...
Bol bol fotoğraf çekiyoruz.
Arabaya binip şehir turu yapıyoruz. Tesla otomobiller oğlumun çok ilgisini çekiyor. Trafikte çok sayıda görüyoruz. Satıldığı galeriyi de görüyoruz. Küçük, dikkat çekmeyen bir yer.
Yukarıdaki seyyar bar birden karşımıza çıktı. Biz ilerlerken o kırmızı ışıkta bekliyordu.
Sırada Marken Adası var. 25 km ileride. Oraya gitmek için şehir merkezindeki kanalların altına yapılmış tünelleri geçiyoruz. Suyun altında gitmek çok hoş değil:)
315 numaralı otobüs de Marken'e gidiyormuş. Yol inanılmaz...
Bu kasabadan da geçtik.
Otobüsler şehrin girişindeki otoparka kadar gidebiliyor. Biz arabayla gezdik.
Evlerin önünde küçük, açılıp kapanabilen köprüler var.
Burada her yer kapalı. Tahta ayakkabı atölyeleri, hediyelik eşya dükkanları hiç biri açık değil. Volendam'a doğru yola çıkıyoruz.
Volendam, küçük bir sahil kasabası. Arabayı park edip merdivenleri çıkarak marinaya ulaşıyoruz. Burası da çok tenha. Sadece birkaç kafe açık.
Binalar orijinalliğini korumuş.
Yukarıdaki fotoğraf akşam 21.40'ta çekildi desem... Hava 22.30 civarı karardı.
5. Gün:Amsterdam
Kahvaltıyı ortak alandaki masalarda yaptık. Açık mutfakta her şey var. Su ısıtıp çay demledik.
Yüzlerce kişinin kullandığı mutfak herkese yetti. Size tavsiyem şarj için mikrodalga fırının arkasındaki prizi kullanmanız. Genelde boş oluyor:)
Zaanse Schansh'a doğru yola çıktık. Bu köye otobandan gidiliyor. Yolda 391 numaralı otobüsler gördük oraya giden.
Köyün otoparkı 10 €.
Açık hava müzesi gibi. Yeldeğirmenlerini en çok burada görmek mümkün.
Peynir alışverişi için de uygun bir yer. Bir çok üretim yeri var. Ama bizim eve dönmemize daha iki hafta olduğu için biz peynir alışverişi yapmıyoruz.
Köyü şöyle bir dolaşıyoruz. Herkes bisiklete biniyor.
Köyü çıkarken birden trafik durdu. Meğerse bir gemi geçecekmiş. Onun için köprü kalkacakmış. Enteresan olan hiç ses duymamış olmamız. Görmesek farkedemezdik bile.
Köprü inince devam ettik. Buraya geliş gidişte de denizin altındaki tünellerden geçtik. Navigasyondan denizin ortasından geçtiğimizi takip etmek mümkün.
Tekrar kampinge dönüyoruz. Günün kalanında toplu ulaşım kullanacağız.
Lobide 24 saatlik ulaşım kartını 7,5 €'ya alıyoruz. Bu 24 saat, kart aktif edilince başlıyor. Yine lobiden ulaşım ağı haritasını da ücretsiz alıyoruz.
Hemen yanımızdaki köprünün yaya geçidinden geçerek diğer ayağında merdivenden iniyoruz. Orası tramvaylar için ilk durak, dolayısıyla son durak da:)
Hedefimizde Vang Gogh Müzesi var. Oraya 7 ve 14 numaralı tramvaylar gidiyor. İçerideki levhadan durak isimlerini kontrol ederek Ruks Müzesinin arkasındaki durakta iniyoruz.
Durağın olduğu yukarıdaki kanalı geçip Ruks Müzesinin arasından geçiyoruz.
Müzenin ortasından geçerken bolca sokak müzisyenine denk geliyoruz. Müzenin girişi de buradan.
Sonra yeniden I Amsterdam'ın olduğu alandayız.
Hemen Ruks Müzesinin karşısında müze gişeleri var. Yanında da Müze Shop.
Bugün için Vang Gogh Müzesi biletleri bitmiş. Biz yarın sabah 9 için bilet alıyoruz. 18 yaşından küçükler ücretsiz. Yetişkinler için bilet 17 €. Sadece kredi kartı kabul ediyorlar. Kartı unutup gitmişim. Sağolsun biri arkadan koşup yetiştirdi.
Ruks (Rijks) Müzesi müsaitmiş. Çocuklar için giriş kartı alıyoruz. Onlar müzeyi gezerken biz de havuz kenarında oturup wi-fiye bağlanıyoruz. Önümüzdeki güzergahları planlamak lazım.
Müzede Rembrandt'ın meşhur Gece Devriyesi eseri sergileniyor.
Çocuklar bol bol fotoğrafla geliyorlar.
Alanda çocuklara dana etli hot dog alıp tramvay durağına yürüyoruz.
7 numaralı tramvaya binip eşimin dediği durakta iniyoruz. Buradan da 14 numaraya biniyoruz. Tekrar iniyoruz. Aaaaa, Beste Dönerin olduğu yerdeyiz.
Yemek yiyip devam ediyoruz. Kanalı ve büyük yel değirmenini geçip 10 numaraya biniyoruz.
Dominosu geçince aşağıdaki istasyona inip bir trene bindik. Ondan inip 4 numaraya bindik.
Bu şekilde bir şehir turu atmış olduk. Eşim bunu sadece tek sayfalık haritaya bakarak başardı:) Bu şekilde sahili de gezmiş olduk.
Arada yürüyerek keşfe devam ettik.
Bu arada söylemek lazım, tramvay ve trenlere hem binerken hem de inerken kartı okutmak lazım. Neden, bilmiyorum. Bilenler bilgi verirse seviniriz:)
En son 4 numarada kalmıştık, değil mi:)
Dam Meydanında iniyoruz.
Burası ayrı bir cazibe merkezi.
Amsterdam Kraliyet Sarayı da burada.
Bu sarayın solunda da Madam Tussaud Müzesi var. Meydanda oturup biraz burayı gözlüyoruz. Yok, önündeki bilet sırası tükenecek gibi değil. Biz de sadece pencere önlerinde sergilenen balmumu heykellere bakıyoruz.
Burada Damrak Caddesi yeme-içme için şahane. Önce Mc Donald's da dondurma ve içecek molası veriyoruz.
Sonra yanındaki Alber Hjin'den tatlı alıyoruz. Bu markette hazır her türlü yiyecek var. Hepsi tek porsiyon olarak paketlenmiş.
Duraktan 4 numaralı tramvaya binip Rembrant Meydanında iniyoruz. Burası da çok kalabalık.
Bu anıtın önünden 14 numaraya binip son durakta iniyoruz.
Köprüden geçerken şu tekneyi görüyoruz.
Of, amma da yorulmuşuz. Dominosun telefonunu bulup resepsiyondan sipariş vermelerini rica ediyoruz. Az sonra pizzalarımız geliyor. Tanesi 10 €.
Mutfağın yanındaki piknik masalarına masa örtüsünü serip yemeğimizi yiyoruz. Market geç saate kadar açık. Oradan da bir şeyler alıp piknik keyfi yapıyoruz. İnternet en iyi buradan çekiyor:)
Etraftakiler yemeği burada yapıyor. Genelde et kızartıp salata yapıyorlar. Yanımızda oturanlar ise yulaf ezmesine vişne hoşafı (evet, kavanozda hoşaf yazıyordu) döküp yediler.
Arka masadakiler ise kamp ocağı getirmişler. Onda pişirdiler.
Havanın geç kararmasına alışamadık. Uykumuz geldi ama hava aydınlık. Gece yağmur yağdı.
6. Gün Amsterdam-Brüksel
7.15'te uyandırılmaktan her ne kadar hoşlanmasak da mecburuz:) Toplanıp check-out yapıp yola çıkıyoruz. Vang Gogh Müzesi biletimiz 9.00 için.
Arabayı park edip sıraya giriyoruz.
Güvenlikten geçip aşağıya inerek gezmeye başlıyoruz. Galerileri dönem dönem ayırmışlar.
İçeride fotoğraf çekmek yasak. Biz de Van Gogh'un bir portresini paylaşalım:)
Müzede wi-fi olması ayrıca mutluluk verici:) Haberleşmek için şart!
En son çıkarken birkaç hediyelik eşya alıp müzeden çıkıyoruz.
Eşim bu arada bize börek-çörek alıyor (15 €).
İlk girdiği yerde 200 €'yu bozmak istememişler. Diğer fırında ise; bir müşteri parayı bozmuş. 50 €'ları bile kasaya değil, erişilmeyecek küçük gözlü bir yere koyuyorlarmış.
Çocuklar arabada kahvaltı yaparken yola çıkıyoruz.
İlk durak Lahey! Mesafe 57 km.
Şehir merkezine girince Lahey Adalet Divanını bulmak kolay oluyor.
Oradan da sahile iniyoruz.
Aman Allahım, nasıl kalabalık. Bir arabalık park yeri bile yok. Herkes sahilde sanki.
Siz bu resimde güneşlenen, denize giren insanlar görüyor olabilirsiniz ama ben 20 derece rüzgarlı bir havada, deniz suyu sıcaklığı da 16 derece iken plaja gelen kahraman insanlar görüyorum:)
(Aslında bu tatilden sonra Ayvalık'ı özleyip deyip oralara da gittik. Gömeç/Karaağaç bölgesinde de deniz 18 dereceydi.)
Bu kadar rüzgarlı olmasaydı biz de Kuzey Denizine bi batıp çıkacaktık ama cesaret edemedik.
Yakıt alıp devam...
Belçika sınırını geçiyoruz.
Yollarda çokça gurbetçiye rastlıyoruz. Korna çalma alışkanlığı olmayınca elleriyle selam verip devam ediyorlar:) Biri kırmızı beyaz formayı gösterip geçiyor.
Brüksel yakınlarında Grimbergen kasabasında Camping Grimbergende kalacağız. Burayı tr.camping.infodan bulduk.
Grimbergen, Brüksel'in hemen kenarında sakin bir kasaba.
Tomtom bizi adresimize götürüyor. Gecelik 34 € ödüyoruz.
Nasıl yeşil bir yer...
Böyle yeşil bir yer:)
Bu şekilde ağaçlarla çevrili birkaç cep var. Karavanlar inanılmaz. Evden farkı yok.
Yüzme havuzunu ve mutfağını keşfedemedik. Ama banyo-wc kısmı pırıl pırıl.
Eşyaları atıp Brüksel merkeze gidiyoruz. Bir AVM'nin otoparkına parkedip (4 €) yemek yiyoruz.
Cadde boyu ağır silah kuşanmış askerler görmek bizi tedirgin ediyor. Avrupa'da ilk defa rastlıyoruz.
Arabayı alıp Manneken Pis heykeline doğru yola çıkıyoruz. Yollar yokuş, trafik sakin, bisikletli sayısı Hollanda'ya göre az.
Navigasyona bakarken bisiklet yoluna girmişiz. Bir bisikletli bizi uyarıyor. Biz de ona heykelin yerini soruyoruz. Sağolsun yolunu değiştirip bize eşlik ediyor. Sokağın başına kadar getiriyor:)
Heykel az ileride.
Bu çiş yapan çocuk heykeli hakkında çeşitli rivayetler var. Artık hangisine inanırsanız...
Heykelin olduğu nokta oldukça hareketli.
Her yerde çikolata dükkanları ve turla dolaşan Türk turistler var:)
Prensip olarak çikolata stoklamak yerine alıp yemeği tercih ediyoruz.
Çikolata çeşitleri baş döndürücü. İkram da ediyorlar.
Buradan Grand Palas Meydanına doğru yola çıkıyoruz. Burada bir yeraltı otoparkı buluyoruz (2,40 €). Nakit para kabul eden bir otopark. Emin olun, insanla muhatap olunan bir otopark ne güzel bir şey:)
Grand Palas, Brüksel'deki en turistik yer. Bizi önce Charles Karel Buls'un heykeli karşılıyor.
Buls, 1800'lü yılların sonunda buranın belediye başkanıymış.
Meydan çok geniş. Yukarıdaki Belediye binası.
İki yılda bir Ağustos ayında meydanın zemini çiçeklerden yapılmış halı ile kaplanıyormuş.
Bu da Brüksel Müze binası. Mimarisi muhteşem. İçinde çok heyecanlı şeyler yokmuş. Pis heykelinin kıyafetleri sergileniyormuş.
Gezenlerin yalancısıyım:)
Meydanı gezip Atomium'a doğru yola çıkıyoruz.
Atomium büyük bir parkın içinde. Bu Laeken Parkının içinde kraliyete ait yapılar da var.
Yürüyerek gezmek bence imkansız.
Parkı arabayla dolaşıp Atomium'a geliyoruz.
Bakıyoruz, sağda solda arabalar park etmiş. Biz de parkediyoruz.
Atomium 1958 EXPO Fuarı için tasarlanmış. Fuar binaları hala duruyor.
Demir atomunun milyonlarca kez büyütülmüş modeliymiş. Kürelerin arasında yürüyen merdiven varmış. Çok yüksek de değil:) Oğlumla hemen gişeye koşuyoruz ama kapalı!
Artık kasabamıza dönüyoruz. Ama ne görelim her yer kapanmış. Nerede yiyeceğiz?
Sokaklarda dolaşırken Grimbergen Greece Restaurant tabelası görüyoruz. Yaşasın, Yunan mutfağı deyip arka taraftaki otoparkına giriyoruz. Arkada bahçesi de var. Çok güzel.
Garson aramızda Türkçe konuştuğumuzu duyunca "Durun, Türk garson çağırayım" diyor:)
Garsonumuzdan restoran hakkında bilgi alıyoruz. Adı Yunan ama aslında alakası yok. Bir Türk, Bir Arnavut ve bir Kosovalı bir araya gelerek bu restoranı açmışlar. Ama Yunan müziği çalıyorlar:)
Ana yemekler 17 € civarı. Yemekler fena değil. Sağolsunlar birer içecek ikram edip bizi uğurluyorlar.
Gece yarısı bir yağmur, bir şimşek. Uyumak mümkün olmadı. Zaten bundan sonra da yağmur hiç peşimizi bırakmadı.
7. Gün Brüksel'e devam-Brugge (Brüj)
Kasabada bir Carfeur var. Oradan kahvaltılık birşeyler alıyoruz (27 €).
Hemen yan taraftaki büyük ayakkabı mağazasından da eşime ayakkabı alıyoruz (70 €). Ayakkabısı dün yağmurda ıslanmıştı. Bu iyi oldu. Tam yürüyüş ayakkabısı.
Bugün 100 km ileride Brugge kentine gidiyoruz.
Yolda bir benzin istasyonunda hem kahve molası veriyoruz hem de lastik havasını kontrol ediyoruz. Yalnız makina bar hesabı yapıyor. Wi-fiye bağlanıp 2,4 bar=30,8 psi olduğunu öğrenip ona göre hava basıyoruz:)
Eşim otoparkları çalışmış. En yakın noktada BF otopark varmış. Oraya bırakıyoruz. Çıkarken 4,30 saat için 5,80 € ödüyoruz ki; çok iyi.
Otoparktan ilerleyince şöyle bir meydana çıktık: Markt Meydanı!
İşte her şey bu kulenin, Belfry Saat ve Çan Kulesinin etrafında dönüyor. Hani In Brugge filminin spoiler-ünlü intihar sahnesi de burada geçiyor- spoiler:)
Kulenin solunda da bu Tarih Müzesi var. Bu müze inanılmaz faydalı bir yer:) Bakın ne işe yaradı:
-Kentin ücretsiz haritalarını buradan aldık.
-Ücretsiz wi-fisine bağlandık.
-Girişindeki eğlenceli hareketli heykelleri gördük.
-Geleneksel kıyafetleri giyerek kral ve kraliçe olduk:)
-WC si de var.
-Bir üst katında bira çeşitlerinin denenebildiği bir kafe var. 10'lu minik bardaklarda geliyormuş.
-Onun da bir üst katında ise; şahane bir yer var. Küçük bir oyun alanı. Dokunarak veya koklayarak cisimlerin ne olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz. Hepimiz bu oyunları oynadık.
-Bu alandan terasa çıkılıyor. Eski ve yeni Brüj'ü tek karede görmek mümkün.
Terasın manzarası inanılmaz. Yağmurda daha da güzel görünüyor.
Akşam festival varmış. Alandaki hazırlıklar onun için.
-Ayrıca her yağmur bastırdığında bu müzeye sığındık. Turist dostu kent ilan ettiğimiz Brüj'ü alkışlıyoruz:)
Bu kente özel ilgi duyduğum için bu sefer hazırlıklı gelmiştim. Hema markette güzel yemekler olduğunu okumuştum. Harita yardımıyla gittik. Üst katta yemek alanı var. Ama çok cazip gelmedi, çıktık.
Mapps me programına fast food restoranlarını sordum, yakında Mc Donald's gösterdi, orada yedik (23 €).
Çikolata dükkanlarına girip aldıklarımızı yemeye devam...
Kentte çok sayıda çikolata ve bira müzesi var. Giriş ücretleri 8 € civarı diyebiliriz.
Artık ara sokaklara dalıyoruz. Rozenhoodkai Caddesinde yürürken manzaraya dalıyoruz.
Turların arasına karışıp devam ediyoruz.
Bu caddenin sonunda başka bir meydana çıkıyor, hediyelik eşyaları buradan alıyoruz.
St. Salvator Katedralini de bu şekilde görmüş oluyoruz. Her köşede başka bir sürpriz bizi bekliyor.
Çan Kulesine dönerken de Burg Meydanından geçiyoruz. Burada waffle yapan yerler var. Biz de waffle alıp parka oturarak Meydanı seyrediyoruz.
Geze geze yeniden kuledeyiz:) Festival başlamak üzere.
Bu sefer Kuleye giriyoruz. In Brugge filmindeki sinir gişe çalışanı hangi gişedeydi, tespit etmeye çalışıyoruz:)
Brüj'ü gezmelere doyamadık. Bir daha yolumuz düşerse bu kentte konaklamaya karar vererek ayrılıyoruz.
Grimbergen'de Carrefoura uğruyoruz. Türk kasiyer kızımız bizi güleryüzle karşılıyor. Marketin karşısındaki evde de Fenerbahçe bayrağı görüyoruz:)
8. Gün Brüksel-Paris
Başlığı yazması bile güzel:) Hep görmek istediğim Hercule Poirot'un ülkesi Belçika'dan Victor Hugo'ya doğru yol alıyoruz:)
Akşam aldıklarımızla kahvaltı yapıp 10.30'da yola çıkıyoruz. Navigasyondan otoban harici yolu işaretliyoruz. Yolumuz kısa, biraz Fransa'nın köylüğünü görelim istiyoruz:)
Bu ulusal yolda güzergahımız Mons ile başlıyor. Bugün Belçika milli bayramı ve tatil. Bu nedenle olsa gerek yollarda hiç insan yok.
Belçika-Fransa sınırı bir köyden geçiyor.
Bu evi geçince Fransa'dayız:)
Köy ve kasabalardan geçiyoruz. Acıktık. Yemek yiyecek yer ararken küçük bir kasabada (Adını sormam lazım) oğlumun dikkatini bir tabela çekiyor (Crecy-Sur-Serre imiş).
Böylece Antalya Restoranı buluyoruz -ki kendisi buraların tek restoranıymış:)
Ispartalı ablamız ve çocukları bizi çok güzel karşılıyor.
Bol kepçe dönerlerimiz geliyor. Wi-fiye de bağlanıyoruz.
Hesap 20 € tutuyor. Sağolsunlar bize hem kahve ikram ediyorlar hem de kahve termosumuz için sıcak su veriyorlar. Arkamızdan el sallayarak da uğurluyorlar.
Laon'da benzin istasyonu var. Ama kendimiz doldurmalıyız. Gazole yazan şey dizel mi acaba?
Biri bize yardımcı oluyor. Ulusal yoldan devam edip Soisssons şehir merkezine girmemizi söylüyor. Orada daha büyük bir benzin istasyonu varmış.
Fransızca anlattı, biz de anladık:)
Soissons oraların en büyük kenti.
Tam karşıda kale var. Düz ilerleyince benzin istasyonunu buluyoruz.
Gazole, dizelmiş, evet. Bir makinaya değil, bir insana 30 € yakıt parasını ödüyoruz:)
Yolumuz az kaldı.
Paris'e yaklaşınca yol kalabalıklaştı.
16.00'da Paris'teyiz.
Otelimiz Drancy bölgesinde. Hotel Premiere Classe. Otobana yakın. Bugün için fiyatı indirimli, 32,5 €.
Çok katlı bir bina. Yanında market, karşısında raylı sistem ve KFC görüyoruz. Mahalleli siyahi ağırlıkta. Çalışanlar da öyle.
Odadan internete girmek mümkün değil. Resepsiyonist de İngilizce bilmiyor.
Tomtoma ve Maps.meye güvenip arabayla çıkıyoruz:)
İlk durak Zafer Takı.
Boş park yeri bulamıyoruz. Eşim bizi uygun bir noktada bırakıyor. Takın etrafında birkaç tur atarak bize gezme imkanı sağlıyor:)
Araç trafiği yoğun olduğundan takın olduğu noktaya gitmek için yaya alt geçidi var.
Oradan doğru Eyfele...
Trafik kalabalık ama rahat.
Eyfelin altından geçerek Hotel Pullman'ın otoparkına giriyoruz (5,5 €). Asansör bizi lobiye çıkarıyor. Bu kadar merkezi otele de pes:)
Eyfel Kulesi büyük bir parkın içinde. Hem gezip hem banklarda dinlenerek geziyoruz.
Giriş kuyruğu inanılmaz. Yukarı çıkamam zaten de, mimarının ofisinin olduğu kata kadar çıkarım, diyordum ama sırada çok zaman harcanır.
Arabayı alıp "parmağımızla Eyfel'in tepesine dokunuyormuş" gibi poz verme noktasına gideceğiz:)
Ama önce Sen Nehri'nin ortasında durup fotoğraf çekiyoruz.
Aşağıdaki Palais de Chaillot, fotoğraf için en uygun yer. Çok kalabalık.
Biz de kalabalığa karışıp en tepeye dokunmaya çalışıyoruz. Pisa Kulesinde fotoğraf çekerken de böyle eğlenmiştik.
Arabayı alıp Şanzelize'ya doğru yola çıkıyoruz. Aslında yürüyerek de gidilebilir. Ama kendimizi yormuyoruz, malum:)
Sen Nehrinin kenarından ilerleyerek Louvre Müzesi'nin yanından da geçiyoruz.
Burası arka kapısı. Piramit, diğer girişte.
Şanzelize'de park yeri için İndigo'yu buluyoruz. Guerlain mağazasının hemen önünde yer altına giriyoruz (6 €).
İlk tespitim Paris sokaklarında internet yok:)
Gün yeni bitiyor. Cadde çok kalabalık değil. Karşıda iki restoran görüyoruz. Aman Allahım, boş yer yok.
Biraz dolaşıyoruz. Zafer Takı karşıda.
Mecburen yemeği Burger King'te yiyoruz. Hemen internete bağlanıyoruz:)
Açıkçası cadde, çok heyecanlı bir yer gibi görünmedi. Bazı binalarda tadilat var. Şanzelize çok bozulmuş mirim:)
Otele dönüyoruz. Otopark şifreli. Bize verilen şifreyi girince kapı açılıyor. Lobideki kahve makinasından kahve alıp dinleniyoruz.
9. Gün:Paris
Otelin yanında Lidl Market var. Oradan kahvaltılık bir şeyler alıyoruz.
Güne Louvre Müzesi ile başlayacağız. Dün müzenin arka girişinin karşısında İndigopark görmüştük. Arabayı oraya bıraktık.
Bir hayalimiz daha gerçek oluyor. Heyecanlıyız:)
Arka kapıdan girince manzara bu. Üç tarafta da galeriler var. Bakalım ne kadarını gezebileceğiz.
Sabah saatleri ama ortalık kalabalık.
Karşıda Zafer Takı. Her yer birbirine yakın yani.
İnternetten bilet alma işini yine yapmadık. Du bakalım ne olacak:)
Bir sıra görüp giriyoruz. Uzak Doğulu turistleri izlemek yeterli:)
Bilet sırası sandığımız şey güvenlikten geçiş sırasıymış. 15-20 dakika bekleyip giriyoruz.
Gişeler içeride. Hiç sıra yok. Yaşasın! 18 yaşına kadar çocuklardan ücret almıyorlar. Yetişkinler 15 €.
Haritayı inceleyip müzenin 3 galeri olarak düzenlendiğini görüyoruz. Her yerde Mona Lisa'ya yönlendiren tabelalar var.
Biz de önce o tabloyu görüp sonra gezelim, diyoruz:)
Tahmin edileceği üzere acayip kalabalık.
Esasında küçük bir tablo. Camdan koruma içinde.
Oğlumla Dan Brown'un Da Vinci Şifresi'ni okuyup filmini de izleyince etrafa o gözle de bakıyoruz:)
Hemen karşısında Paolo Veronese'nin Kana'da Düğün adlı devasa tablosu var.
Solda sarı kaftanlı kişi Kanuni Sultan Süleyman. Küçücük Mona Lisa'nın karşısında müzenin en büyük tablosu!
Artık diğer eserleri görmeye gidebiliriz:)
Eski Yunan, Mısır, Anadolu eserleri ayrı ayrı sergileniyor. Anadolu eserlerinin olduğu bölüm tadilattaydı. Orayı gezemedik ama eserlerin Anadolu'dan nasıl buralara geldiğini çocuklara anlattım!
Hemen daha ilk galeride müzenin tamamını gezmenin imkansız olduğu anlaşılıyor. Hep derlerdi, doğruymuş.
Afrodit heykeli de görülmezse olmaz eserlerden.
Hızlı bir tur şeklinde gezdik, bazı bölümleri göremedik. Buna rağmen 4 saat geçmiş bile.
Böyle devasa bölümler. Takdir sizin...
Müzenin giriş bölümüne döndük. Oradan yürüyen merdivenle Carrasaul Du Louvre adlı alışveriş merkezine geçtik. Ters piramit de burada.
Fransızlar bu piramitlerin, kentin tarihi yapısına ters düştüğünü, çok modern kaldığını söylüyorlar. Eyfel Kulesi'ni de çirkin buluyorlar zaten:)
Üst katında restoranlar var. Öğle yemeğini burada yiyip Luksemburg Bahçesine doğru yol alıyoruz (Bu arada otoparka 20 € ödedik).
Adı bahçe ama kendisi kocaman bir alan. İçinde müze, havuzlar, tarihi çeşmeler var. Hemen yanına da park ediyoruz ama gezecek gücü kendimizde bulamıyoruz. Nasıl bir ağırlık çöküyor, inanılmaz.
Hemen kendimizi bir kafeye atıyoruz. Kahve, dondurma derken kendimize geliyoruz:)
Buradan Notre Dame Katedraline geçiyoruz. Yan tarafı açık otopark.
Nehir hemen yanımızda.
Adı bahçe ama kendisi kocaman bir alan. İçinde müze, havuzlar, tarihi çeşmeler var. Hemen yanına da park ediyoruz ama gezecek gücü kendimizde bulamıyoruz. Nasıl bir ağırlık çöküyor, inanılmaz.
Hemen kendimizi bir kafeye atıyoruz. Kahve, dondurma derken kendimize geliyoruz:)
Buradan Notre Dame Katedraline geçiyoruz. Yan tarafı açık otopark.
Nehir hemen yanımızda.