2 Ekim 2018 Salı

ARABAYLA BALTIK ÜLKELERİ-İSKANDİNAVYA (2018) 2. Bölüm

*1. Bölüm:Arabayla Baltık Ülkeleri yazımız burada.


*3. Bölüm olan Arabayla Bosna Hersek yazımız da burada:)



2. Bölüm:Arabayla Finlandiya-İskandinavya


11. Gün:Talin-Helsinki




4.30'da limandayız. Yolcu girişi ve yolcu bilet gişeleri dün ceza yediğimiz terminalden.

Araba ile geçişler içinse gemiye giden yoldaki gişelere gitmek lazım. Çokça gişe var. Birine sıraya girip bilet soruyoruz. Yer yokmuş ama rezervasyonlulardan gelmeyenler olursa yarım saat sonra yardımcı olabileceklerini söylediler.

Nitekim yarım saat sonra 104 € ödeyip (araba ve 4 yolcu) bileti aldık. İnternetten bilet alanlar için bu gişeler check-in de yapıyorlar.

Feribot tam 6'da hareket etti. Varış saati 08.15.




Yukarıda feribotun hareket noktası var.

Güvertede ve içeride kafeler var. Önce kahvaltı yaptık. Sonra markete daldık.

Buradaki markette gümrüksüz alışveriş var.




Yolcular sepet sepet alışveriş yaptılar. Sanırım Finlandiya'da içki fiyatları çok pahalıymış. O yüzden çokça alışveriş yapılıyormuş.


Helsinki limanı çıkışında işaretlemeler yeterli. Çıkmak kolay oldu.



Limanın hemen kenarında açık hava pazarı var. Oldukça merkezi. Zaten yolumuz buraya sık sık düştü.

Konaklayacağımız yer biraz şehrin kıyısında: Rastilla Camping. Yolu böyle:




Tomtomla kolayca ulaştık. Görünce de şok olduk. Nasıl güzel bir yer...



Venedik'teki Camping Jolly gibi. Çadır, karavan, bungalov. Her türlü konaklama imkanı sağlıyor. Bungalovlar da çeşit çeşit.

Burası da oyun alanı.




Buradan hiç çıkmak istemedik ama yemek yemek lazım:)

Gelirken yolda büyük bir kavşakta alışveriş merkezleri görmüştük. Oraya doğru gittik.



Bu kavşak St. Petersburg yolu. Ah, yeşil pasaporta vize konmasaydı giderdik ne güzel. Hemen şurası (388 km).

Kavşağın dört tarafında AVMler var. Burada olduğumuz sürece hepsinde yemek yedik.

Önce Stockman'a gittik. Burası çok katlı bir market. Giyim, beyaz eşya, oyuncak gibi katlara ayrılmış, bodrum katta da market var. Ülkemizde eskiden  bu tarz marketlerden çok vardı.

Market kısmında inanılmaz bir hazır yemek reyonu var. Hemen mimliyoruz.

Ama yemek yemek için City Markete geçtik. Burada Nepal mutfağı ve kebapçı var.

Nepal mutfağını deneyimlemek için iyi bir fırsat fakat öğle servisi bitmiş. Hemen yanındaki kebapçıya geçtik.

Şunu öğrendik:Bu cenahta yani Kuzey Avrupa ülkelerinde içecek standı ayrı. Su, kahve, bazen çay ikram olarak sunuluyor. Servisi kendin yapıyorsun.

Suyun içilebilir olduğunu da böylece öğreniyoruz. Su çok lezzetli. Nitekim dünyanın en temiz suyuna sahiplermiş.  İlk defa bir tatilde suya para vermeye son veriyoruz.


Bahçemiz çok güzel. Ahşap  masaya yerleşip akşamın tadını çıkardık. Gece 12'den bir fotoğraf paylaşayım:





Sabaha karşı 3'te de hava tekrar aydınlandı. O uyku maskelerini almayı unutmayacaktım:)

Bu arada Türkiye ile saat farkı yok.


12. Gün:Helsinki


Muhteşem insan, eşim erkenden kalkmış, karşıdaki küçük marketten yumurta, süt, tazecik ekmek almış. Termosta çay demlemiş. Bahçede güzel bir kahvaltı yaptık.

Hadi gezelim, dedi ama olduğumuz yerden o kadar memnunuz ki; bıraksalar günlerce kalacağız. Oysa hayallerimizin kenti Helsinki'deyiz. Tabi gezeceğiz.

İlk durağımız Temppeliauko Kilisesi. Nasıl okunuyorsa artık:)




Böyle çok büyük kayalık bir höyük. Etrafı şahane binalarla çevrili. Her taraf otopark. Daha ne olsun.

Hafta içi bir gün. Ama ortalık sakin. Çünkü kent geniş bir alana yayılmasına rağmen nüfusu az.

Höyüğün üzerinde biraz dolaştık, girişi aradık. Kural neydi: Uzak doğulu turistleri takip et, onlar seni hedefe götürür:)




Evet, yukarıdan gözlemle girişi bulduk.



Bu kilisenin özelliği granit kayalara oyulmuş olması. Ve tabi dışarıdan görülmesinin zor olması.




Helsinki'ye olimpik bir stad yapılıyormuş. Orayı da görelim, dedik.



İnşaatı denetleyip hemen arkasındaki Kış Bahçesine geçtik. Bu arada 1952 Olimpiyatları Helsinki'de yapılmış.

Kış Bahçesi, çok büyük bir parkın içinde. Hemen önüne park ettik. Talinn'deki park kargaşasından sonra ne rahatlık.

Görevli, öğle tatiline çıkıyordu ama bizi görünce "ben beklerim, acele etmeyin" dedi. Yani herhalde öyle demiştir:)






Bahçenin içi farklı bitki gruplarına ayrılmış.






Ama bence asıl şahane tarafı bahçesi.




Her açıda başka bir güzellik.




Buradan Opera ve Bale salonuna doğru yola çıktık. Artık şehir merkezindeyiz. Trafik rahat.




Opera binası, gösteriden 1 saat önce açılıyormuş. Dolayısıyla gezemedik.

Bu bina Töölönlahti Gölü'nün hemen kıyısında.



Göl kışın donuyormuş.

*Dikkat:Manzara fotoğrafı çekerken bisiklet yollarından uzak durun! Hiç yavaşlamıyorlar.*

Aynı yol üzerinde tiyatro binası ve Ulusal Tarih Müzesi var.




Böyle yazmak çok kolay. Ama arkasında ayların araştırması, emeği var. Eşim önceden bunları araştırmasa biz nereden bilelim Tarih Müzesi nerede, Töölönlahti kim:) 

Burası da Parlamento Binası efenim:






Hepsi birbirine yakın. Cadde boyunca devam edince de liman karşınıza çıkıyor.

Bu kentte şehir merkezinin adı Kamppi. Kentin alışveriş merkezi diyebiliriz. Her türlü araçla ulaşım mümkün görünüyor. Mağazalar, kafeler...





Biz de şöyle bir dolaşıyoruz.




Gar binası da burada.




Sırada Helsinki Katedrali var.



1856'da bitirilen bu katedral, en büyük Ortodoks kiliselerinden biriymiş.

Ama sürpriz olan fotoğrafın sağına doğru yürüyünce ortaya çıkıyor.

Senato Meydanı.




Helsinki'nin merkezi neresi denirse; burasıdır diyebiliriz. Kentin en eski bölgelerinden biri. Heykel, Rus Çarı 2. Aleksander'in.




Ve yağmur başlar...




Burası da Uspenski Katedrali:




Liman tarafından harika bir manzarası var.





Limanda bir pazar olduğunu söylemiştim. Adı Market Square.

Böyle bir meydanda.




Yağmurdan dolayı erken toplandılar.




Malum, Helsinki adalar şehri. Adalara giden tekneler de buradan kalkıyor.

Akşam oldu, evimize doğru giderken yine alışveriş kavşağında durduk. Bugün Easton AVM'ye girdik. Spor malzemeleri satan mağaza sorduk, "İtis'te var, tabelaları takip edin" dediler.

Binanın içinden bir tünelle kavşağın karşısındaki İtis alışveriş merkezine geçtik. Daha tünelde farklılık başladı. Mağazalar, restoranlar Afrika esintili. Müşteriler de öyle.

İtis, bir outlet alışveriş merkezi. Her şey indirimli. Etrafta çoğunlukla göçmenler var.



Her şey sale:)

Bunun yanında da Prizma alışveriş merkezi var. Buralar bizden sorulur artık.

Marketlerin girişinde kumar makineleri var.





Sabahtan beri geziyoruz. Gün bitmedi.

Aklıma gelmişken, burada "Hey hey" diyerek selamlaşılıyor. Tek "hey" değil:)

Şahane mangallık etler aldık. Akşam yemeği beylerden.

İnsanın evi gibisi yok:)




13. Gün:Helsinki

Helsinki'de 3. günümüz. Hemen sahilin kenarındayız ama daha yüzmedik.

Hava, korktuğum gibi olmadı. İlerleyen saatlerde tişört üstüne bazen hırka gerekebiliyor ama yüzülmeyecek gibi değil. Boşuna korkmuşum.




Ayvalık, Gömeç dolaylarında Kaz Dağlarından gelen suda donarak yüzmüş bir aile olarak keyifle yüzdük.

Kamp alanında sauna da varmış ama keşfetmeye zaman olmadı.

Helsinki, kendisi dahil 4 bölgeden oluşuyormuş. Bugün gideceğimiz Espoo, bu bölgelerden biri.

Espoo'ya bağlı 5 şehir varmış. Helsinki zamanla hızla büyürken, Espoo biraz onun gölgesinde kalmış.




Şehir merkezinde ormanlık bir tepe var.



Dolaşmak çok keyifli oldu.

Bir de küçük kilise var.




Her yer yemyeşil.



Helsinki'ye dönerken şu heykelli binayı geç, ilerideki parkta Sibelius anıtı var.



Gerçekten:)

Sibelius parkının adı  ulusal besteci Sibelius'a atfen konulmuş.




Anıt da orgu simgeliyor.



Oldukça soyut bir çalışma:)





Bu da Sibelius efenim:






Arabayla gezmenin en büyük avantajı, pratiklik. O kadar yer gezdik daha gün devam ediyor.

Sırada adalar var. Tekne ve feribotla muhtelif adalara geçiş var ama biz köprüyü kullanacağız.



Önce Laajasalo Adasında gezdik.



Devamında Santahamina Adası var.

Ama adaya girişte bir asker bizi durdurdu. Anlaşılan askeri bölge. Dönüş için bir cep yapmışlar. Tüm araçlar oradan geri döndük.

Saat 9'a yaklaştı. Akşam üstü sayılır.




Yine bizim kavşaktaki marketlerden alışveriş yaptık. İki hemşehrimizle karşılaştık. Biri kırmızı ışıkta bizimle sohbet etti. Diğeri yasak bir U dönüşü yaparak bizim arkamızdan otoparka girdi. Evi çok yakınmış. Israrla evine davet etti, kartını verdi. Bir şeye ihtiyacınız olursa mutlaka arayın, dedi sağolsun.

Etrafı bir dolaşalım, dedik. Evet, burası bir göçmen bölgesi. Toplu konut tarzı binalar var. Restoranların tamamı kendi yöresel mutfakları.




Birinde paket yemek yaptırıp bahçemizde yedik.

14. Gün:Helsinki-Turku

Artık buradan gideceğiz, belli. Finlandiya'da gezmeyi istediğimiz şehirler var. Ondan sonra da başka bir güzergahtan döneriz artık.

Ama bugün kahvaltıda eşim, buralara kadar gelmişken İsveç'i de görsek mi, deyince ben şok:)

Hemen toparlandık. Bugünkü plan şu: Tampere ve Nokia'yı gezip Turku'da yatacağız. Yarın veya ertesi gün feribota bineceğiz. Duruma göre, bakalım.

Tampere'ye kadar 190 km. yolumuz var.




 Yol sakin, rahat, yeşil.




Şehir merkezinde tramvay hattı yenileme çalışmaları vardı.




Burada Harmala Camping var. Planımızın ilk halinde burada konaklamak vardı. Bir daha yolumuz düşerse diye bir bakalım, dedik.

Oldukça güzel bir yermiş.





Restoranı da güzeldi. Öğle yemeğini burada yedik. Hazır pizza mı pişirecekler acaba, diye düşündük. Ama ablalar elle açıp hazırladılar.

Benzin istasyonunda sadece kart geçerliydi.

Tekrar şehir merkezine geldik. Ratina alışveriş merkezinden bir kaç şey almamız gerekti. Sonra merkezi gezdik.




Burası da oldukça sakin. Zaten Finlandiya, kilometrekare başına çok az kişinin düştüğü bir ülke.





Tampere'de Lenin Müzesi var. Kültür Merkezi binasının bir kısmını bunun için ayırmışlar.



Giriş katına bir göz attık.

Dolşırken kızım bir simitçi gördü. Birkaç tane de Türk restoranı görmüştük zaten.

Caddeye park edip Simit House'a girdik.





Sahibi Uğur Beyle sohbet ettik. Yüksek lisans için geldiği şehirde kalmayı tercih etmiş.

Bakır kazanda demlenmiş çay ikram etti, sağolsun.




Simitler fırındaymış. 15 dakikaya çıkar, dedi ama biz vedalaşıp ayrıldık.


                   
                           Tampere Katedrali

Nasinneula Kulesi'ne uzaktan el salladık. Neme lazım, bizimkiler çıkmaya kalkarlar falan:)



130 metrelik kulenin üst katında restoran var.


Nokia, Tampere'ye oldukça yakın (15 km). Malum, cep telefonu ismini buradan alıyor.





Oldukça küçük bir kent, kasaba mı desem acaba?





Şehir merkezi bu kadar. Ortalıkta pek kimse de yok.

Sahile de gittik. Orası daha kalabalıktı. Şahane de bir otel vardı. Herkes saunaya girip çıkıyordu.

Artık Turku'ya doğru yola çıktık. Turku, Finalndiya'nın eski başkenti. 2011'de Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş.

Turku'nun şehir merkezi de bizi yormadı.




Archangel Michael's Kilisesi, kaleye oldukça yakın.





Benzin pompalarının hepsinin farklı farklı olduğunu söylemiştim. Bir örnek göstereyim bari:) Makinenin arka tarafında da pompalar var.





Akşam yemeğini şehir merkezinde yedik. İlk geldiğimizde konaklayacağız yere yerleşince restoranında da bir şeyler atıştırmıştık. Ayrıca oradan internete bağlanıp yarın sabah için gemiden bilet aldık, kredi kartıyla ödedik.

Evet, bugünü oldukça verimli geçirince yarın İsveç'e geçmeye karar verdik.

Feribot bileti satan siteler var. Eşim onlardan gidiş günü ve varış limanını seçip gelen seçenekler arasından firmaya karar veriyor.

Bu arada saat 00.15'te yatmaya giderken hava aydınlıktı.


15. Gün:Turku-Stockholm




Sabah 7'de limana gidip check-in için sıraya girdik.




Artık gemideyiz.



Gemi yolculuğumuz 11 saat sürecek. Bu kadar uzun olmasının sebebi hem Finlandiya hem de İsveç kıyılarının fiyortları. Gemi fiyortların arasından adeta kıvrılarak ilerliyor.

Ancak İsveç'te bir saat fark olacağı için 12 saat görünüyor.

Gemi 10 katlı. Kamaramız 9. katta.

Evet, kamara da aldık. 4 kişi, kamara ve araba için 47 € ödedik. Gerçekten:)

Gece yolculuğu daha pahalıymış.

Güverteden limanı seyredip uyumaya gittik.

Kamarada dört yatak, küçük bir masa, tuvalet masası ve banyo var.




Her yer tertemiz.


Öğlene kadar uyumuşuz.

Biletlerimizde herkes için ayrı wi-fi şifresi var. Geminin her yerinden çekiyor.

Uyanır uyanmaz güverteye çıktık. Manzara şahaneydi:



Bir ara Aland Adasınının Mariehamn Limanında durup yolcu aldık:)




Gemide neler var? Restoranlar, kafeler, disko, kumarhane, gümrüksüz market, giyim ve aksesuar mağazaları, tabak (tütün) dükkanı aklıma gelenler.

Kumarhanede sadece akşamları oyun oynanıyormuş.

Biz orada pis yedili oynarken canlı müzik yaptılar sağolsunlar:)



Birimler birbirine koridorlarla bağlanıyor. Her yerde de asansörler var.




Her türlü alışverişi yapmak mümkün.




Geminin içinde çok iyi vakit geçirdik ama dışarıda da manzara harika.



Artık Stockholm'deyiz...




Akşam üstü 6'da geldik şehre ve hava 29 derece. Allah Allah.

Otelimize giderken tele2 Arena'dan geçtik.




Resepsiyona ilk sorduğumuz soru yol ücreti oldu. Vignet almamız lazım mı? Vignet uygulaması varmış ama sadece İsveç arabaları için. Misafir araçlardan yol ücreti almıyorlarmış. Yaşasın:)

Yerleşip hemen gezmeye çıktık.

Stockholm, bir alt geçitler, üst geçitler şehri. Devamlı bir bağlantı ile suyun, binaların altından üstünden geçerek her yere hızlı ulaşım mümkün.




Önce şehir merkezinde yemek yedik. Bu arada burada İsveç Kronu var. Örneğin akşam yemeğine 255 Kron ödedik. Dondurmalar 30 Krondu.

Burada köhne şehrin adı Gamla Stan. Şehirde 14 ada var. Gamla Stan, bu adalardan biri.

Bu akşam bize şu güzellikleri sundu:














Burası da Belediye Binası. Çıkmak isteyenler için 365 basamak varmış. Gamla Stan manzarası için değer aslında...

Ee artık bugünlük yeter.

16. Gün:Stockholm

Kahvaltıdan sonra ver elini Gamla Stan.




Hava 30 derece. İnanılmaz. İsveç en kurak yazlarından birini yaşıyormuş. Hatta biz döndükten sonra İsveçliler yağmur duasına çıktı, sonra da metro istasyonunu sel bastı:) Çok dua ettilerse artık.

Kentin en en merkezindeyiz artık. Bir kilisenin bahçesine park ettik. Bizden başka bir araba var zaten:)

Kilisenin tam karşısı Kraliyet sarayı.





Yan tarafta da Storkyrkan (Büyük Kilise) var. 13. yüzyıldan kalma.





Kral, sarayda tadilat yaptırıyor:)

Üstteki kilisenin solunda bir ara sokak var. Oradan gidince karşımıza şöyle bir meydan çıktı:




Meydanın sağ tarafında Nobel Müzesi var. Bu noktaları bulmak için mapps.me uygulaması oldukça başarılı.




Nobel Müzesi, çocukların çok görmek istedikleri bir yer. Dışarı zor çıkardık.




Meydanda wi-fi var. Klasik Stockholm fotoğrafları da genelde bu meydandan:




Arabaya doğru yürürken sokak sanatçıları dikkat çekiyor.




Arabayı park ettiğimiz kilisede düğün var. Gelinle damat taksiyle geldiler:)




Allah mesut etsin.

Ne oluyor, birden ortam kalabalıklaştı, bando sesi var.

Meğerse kraliyet muhafızları nöbet değişimi varmış. Her öğlen bu gösteri oluyormuş. Ona denk gelmişiz.




Herkesin haberi varmış demek ki. Çünkü az önce kimse yoktu.

Saray, deniz kenarında. Hemen önündeki yoldan çıkıyoruz.




Öğle yemeği için Mall Of Scandinavia'yı tercih ettik. Lübnan Mutfağı güzel görünüyordu. Memnun kaldık. Yalnız burada da nakit kabul edilmiyor. Kredi kartı şart.

Decathlondan bir şeyler alıp otele döndük.

Otele çok yakın güzel bir plaj var. Arabayla otoparka kadar gelip biraz yürüdük. Oldukça kalabalık.




Sonra tekrar şehir merkezi...




Arabayı mümkün olan en merkezi noktada Qpark'ın kapalı otoparkına bıraktık (6 €).

Hemen ileride  Otobüs filminin çekildiği alan var. Tuncel Kurtiz'in oynadığı film, çoğunlukla bu alanda geçiyor.




Meydan hiç değişmemiş.




Bir parkta konser var. Biraz dinleyip devam ettik.





Yürümeye alışkın olmayan bünye parkta biraz dinlendi:)




Arabayı alıp restoran bakmaya başladık. Maps.me uygulamasından seçtiğim bir restorana giderken caddede önümüzü hemşehrilerimiz kesti:)

Selamlaştık, sohbet ettik. Hemen karşıdaki restoranı tavsiye ettiler.

Orada da bizi şaşkınlıkla karşıladılar. Biz yemek yerken onlar da bizim arabayla fotoğraf çektirdiler.

Buradan limana geçtik.



Saat akşam 10'a geliyor. Işığı 10-15 dakika ile kaçırdık. Oysa fotoğraf için şahane bir yerdeyiz.





Fotoğraf çekmek için konuşlandığımız yer Fotoğraf Müzesi Fotografiska.



Şimdi de şehri yukarıdan görmek için seyir terasına gideceğiz.

Gondolen, şehrin panoramik manzarasını sunan bir yer. Sokak üzerine arabayı park ettik. Bulunduğumuz yerde kot farkı var. Merdivenlerle yukarı çıkılıyor.




Nihayetinde yukarıdaki köprüyü geçince Stockholm ayaklarınızın altında...






Gece yarısını geçti. Artık otele dönelim.

Yolumuzun üzerinde Ericsson Globe binası var.




Dünyanın en büyük yarım küre şeklinde binasıymış.

Bu arada planlarda gelişme var. Bekle bizi Norveç:)

17. Gün:Stockholm-Oslo


9.15'te yola çıktık.




Otobanda hız sınırı 110 km. 

Benzin istasyonları genellikle kredi kartlı. Bazılarında hiç insan yok.




Yol üzerinde birkaç restoranlı dinlenme tesisleri de var. Biz Mc Donald's olan bir yerde mola verdik.

Yol boyunca çok sayıda göl geçtik. Piknik için gelenler çok.




15.30'da Oslo'dayız. Trafikte çokça Tesla araba var. Hava 28 derece.

Şehre girerken otobanda ücret yazan tabelalar gördük. İnfo tabelası olan bir piknik alanına girdik. İnfo yoktu ama piknik yapan ablalardan birine sorduk.

Norveç'te otoban paralıymış. Plakayı okuyan sistem faturayı eve  gönderiyormuş. Ama yabancı plakalara ücretsizmiş.




Kalacağımız yere giden yol şehrin diğer tarafında. Fırsattan istifade şehir merkezini biraz gezdik ve öğle yemeğini yedik. Burada Norveç Kronu var.




Arkamızdan biri Türkçe seslendi ama kimdi, göremedik:)

Oslo'da da çokça tünel var. Şehir trafiğini oldukça rahatlatan bu tüneller kilometrelerce devam ediyor.





Otele yerleşip eşimin panoramik manzara için önceden tespit ettiği noktaya doğru yola çıktık. Tabi yine tünellerden geçtik.




Fakat ışık ters. Demek ki buraya bir de gündüz geleceğiz.

Tekrar şehir merkezine geldik. Ulaşım çok rahat.




Gece 10'u geçti.




Akşam yemeğini yiyip dinleniyoruz.

18. Gün:Oslo


Kahvaltıdan sonra liman civarına gittik. Burası müzeler bölgesi. Her taraf tur otobüsü dolu.

Önce Farm Polar Müzesi. Kutuplara ilk giden gemi burada sergileniyor.





Sonra hemen yanındaki Kon-Tiki Müzesi. Salla okyanus aşan gemicilerin maceraları...





Her şey gemiciliğe dair.







Limana bir cruise gemisi yanaşmış.



Sırada Viking Gemi Müzesi var. Burada sergilenen Viking gemileri oldukça iyi korunmuş.


Bu müzeler bölgesinden ayrılıp Kraliyet sarayına doğru yola çıktık.




Yolda karşımıza böyle bir kütüphane çıktı.

Kraliyet Sarayının önüne kadar arabayla gelmek mümkün:)




Çok güzel bir bahçesi var. Herkes çimlere yayılmış.






Dün ters ışıkta Oslo'yu çekemediğimiz yere gideceğiz. Yine uzun bir tünele girdik. Ama birden trafik durdu.

Arkamızdan itfaiye ve polis arabaları geldi. Hani şu fermuar sistemi denilen yöntemle araçlar iki tarafa yanaşarak ortada yeni bir şerit oluşturdular. Yardım ekipleri o şeritten hızla geçti.

Trafik açılacak gibi değil. İlk çıkıştan çıktık.

Dün Lillehammer kentine gidip gitmemeyi çok düşünmüştük. Oslo'ya 192 km. Günlük gidiş geliş için çok uzak.

Ama Lilyhammer adlı diziyi izlerken manzaraya da hayran kalmış, sırf manzarası için Amerika'dan Norveç'e gelen bir mafya üyesini anlatan diziyi izlemiştik.

Dizide Norveç halkının sakinliği, her şeyin güven esasına dayalı oluşu çok güzel anlatılmıştı.

Kadere bakın ki; tünelden zorunlu olarak çıktığımız noktadan Lillehammer'e gidebiliriz:)

Biz de gittik.



Yol genelde  gelişli gidişli. Bir kısmı otoban.

Her yerde göller var.




Hava 31 derece. Yok artık.

Lillehammer'e ulaşmak için gölün altından 2,5 km süren bir tünelden geçtik.

Şehre girerken atlama kuleleri görünüyor.




Önce Olimpiyat Müzesine gittik. Bu kent 1994 Kış Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmış.




Bilet satışı birkaç dakika önce kapanmış. Yanındaki posta müzesi de öyle.

Olimpiyat Parkına doğru yola çıktık.

Olimpiyat alanının olduğu yere bayağı bir çıkmak gerekti.






Tabi biz en yukarıya da çıktık.



Küçük bir hediyelik eşya dükkanı var.

Çalışan, Antalya'da tatil yapmış. Türkçe konuştuğumuzu duyunca bizi Türkçe karşıladı.


Olimpiyat meşalesi ve Japon turistler:)

Manzara inanılmaz.





Artık dönüyoruz. Birazdan şu köprüden geçeceğiz:




Günler uzun olunca akşam yemeği de sarkıyor. Bugün 10'da yedik mesela.

Sonra bahçede oturup ne güzel bir gündü, dedik. İyi ki Lillehammer'e gitmişiz...

19. Gün:Oslo

Rezervasyonumuzu bir gün daha uzattık. Baktık hava güzel, güne yüzmeyle başlayalım, dedik.

Her taraf göl. Biz de yakındaki gölde yüzdük.




Bugün de Holmenkollen Kayak Merkezine gideceğiz. Burada 1952 Kış Olimpiyatları yapılmış.

Kışın buradaki şampiyonaları çok izlemiştik. Bakalım yazın nasıl:)




Yolu böyle.



Atlama kulesinin altında Erika'nın düğünü var:) Takım elbiseli misafirler gölgeye sığınmışlardı.

Ben de ne olur ne olmaz diye bagaja koyduğum şapkaları çıkardım. Çok sıcak.



Of of of! Çok yüksek.

İki kule arasındaki tellerde maceracı turistler.




Şehir merkezine dönüyoruz. Teknoloji Müzesini gezeceğiz.




Öğrenci girişi 10 €.



O şehir manzarası bugün çekilecek:)

Oslo'yu yukarıdan gören nokta, şehrin diğer ucunda Ekerberg Camping'in olduğu tepede.




Oslo'yu her açıdan izlemek mümkün.




Evet, öğle yemeğinin ardından şehir turuna çıktık.

Tesla arabaları çok gördüğümüzü söylemiştim. Norveç hükumeti, elektrikli araçlara vergide ve otoparkta kolaylık sağlıyormuş. Elektrik de bedavaymış. Ee, sadece ücretsiz otopark için bile değer:)




Ardından limana gittik. Tarihi bölgenin bitiminde başlayan liman oldukça güzeldi.





Oslo'da hayat çok yavaş aktı. Bol bol dinlendik. Kiwi Markette canımızın istediği her şeyi bulduk. Değişik ülkelerden insan tanıdık.

Ulaşım, gezmek her şey çok rahattı. Zaten malum, yaşam standardının en yüksek olduğu ülke.

Norveç'te ve İsveç'te geçen çok polisiye roman okudum. İskandinavya'da o kadar az adli vaka oluyormuş ki; insanlar macera ihtiyaçlarını cinayet romanlarıyla gideriyorlarmış:)

Akşam yemeği ve kapanış.

20. Gün:Oslo-Kopenhag

3 haftadır yollardayız. Ama ekip sağlam. Eve dönmeyi düşünen yok. Finlandiya'ya gelmişken İsveç'e geçelim, İsveç'teyken Norveç'i gezelim diyen ekip, gözünü Danimarka'ya dikti:)

9'da yoldayız. Hız sınırı 110 km.

Yolda çokça tünel var.

Norveç-İsveç sınırını bu köprüde geçtik.



Artık İsveç'teyiz. Bir Mc Donald'sta durup kahvaltı yaptık.

Burada hız sınırı 120 km oldu. Yollarda hep karavanlar var.


Halmstad şehrinde de mola verdik.

Kopenhag için ya Helsinburg Limanından gemiye binmek lazım ya da Öresund Köprüsünden geçmek. Bizim seçenek tartışmasız: Öresund!

Danimarka aklımızın ucundan geçmezken bile oğlum ve eşim bu köprü hakkında belgeseller izlerlerdi.

Tabi önce 59 € köprü ücretini ödemek lazım. Bu ücret köprüyü ve sonrasında başlayan tüneli kapsıyor.





Yukarıdaki resim, köprünün nasıl bir yay çizerek uzandığını gösteriyor.

Malmö ile Kopenhag'ı birleştiren ve yaklaşık 8 km olan bu köprüden demiryolu da geçiyor.




Sonra tünel başlıyor. O da 4 km.



Ve çıkışta Kopenhag'tayız.




Eşim konaklama için köprüye yakın bir yer seçmiş. Bu nedenle yerleşir yerleşmez yemek yiyip hemen deniz kıyısına gittik.

Köprü şahane görünüyor.




Şehir merkezine doğru yola çıktık. Kırmızı ışıkta plakayı gören bir genç "Abi, yapabileceğimiz bir şey var mı?" diye sordu sağ olsun.

Şehir merkezi çok yorucu olmadı.





Caddelerinden keyifle geçtik.

Nayhavn için şu meydanın olduğu yere park etmek veya yürümek büyük kolaylık.


Bu caddenin adı Bredgade. Meydanda X. Christian Statuen'in heykeli var.




Meydanda tadilat olduğu için etrafından dolaşabildik.




Hemen sağda meşhur Nayhavn başlıyor.

Kanalın etrafında sağlı sollu renkli binalar var, Kopenhag fotoğraflarından bildiğimiz.




Bu taraf sakin olan taraf.




Masal yazarı Andersen'in evi de buradaymış. Karşı taraf şenlikli.




Kafeler, restoranlar ara sokaklara kadar uzanıyor.




Bu arada hava 22'de kararmaya başladı.




Artık otele dönüyoruz. Yolda yan arabadan biri seslendi:"Abi, bu işte bir yanlışlık yok mu?" diye. Eşim de "Hep siz geliyorsunuz, bir de biz gelelim dedik" diye cevap verdi:)

Oğlum Öresund Köprüsünü gece de fotoğraflamak istedi.

Gezmelere doyamadık. Danimarka, dünyanın en mutlu insanlarının ülkesi...




21. Gün:Kopenhag-Berlin

Kahvaltıdan sonra ilk durak tabi ki deniz kenarı. Öresund Köprüsünün son fotoğrafları:)




Bu köprü onlar için de çok önemli. Hatta bu köprüdeki cinayeti anlatan, sezon sezon süren dizileri var: Bron/Broen/Köprü.

Oradan şehir merkezine geçtik. Nyhavn'ı gündüz de yaşamak istedik.




Küçük bir geziden sonra Küçük Deniz Kızı heykelini görmeye gittik.

Gezi yazımızın 1. bölümünde Varşova'daki deniz kızı heykelini gördüğümüzü ve hikayesini anlatmıştım.

Kopenhag'da da bir deniz kızı heykeli var. Ama iki şehirde iki ayrı hikaye anlatılıyor.

Minik bir adanın yanında. Hemen yol kenarına park etmek mümkün.

Bu heykeli ziyaret etmek bizim için "insan oğlu kuş misali" anlamına geliyor. Polonya'da diğer heykeli gördüğümüzde aklımızda buralara gelmek yoktu.

Heykel 100 yıldır burada.





*Bu fotoğraf uzak doğulu turist kalabalığına rağmen:) fedakarca çekildi.

Evet, artık Danimarka'dan ayrılıyoruz. Planda Berlin'de konaklamak var.




Bunun için Rodby Limanına doğru yola çıktık. İnebileceğimiz iki liman var. İsimlerini tabi ki ben bilmiyorum. Eşime ya da oğluma sorar, öğrenince de yazarım:)

Yol kalabalık. Feribot saatlerini bilmiyoruz ama kalkacak ilk feribota atlarız diye düşünüyoruz.

Yolumuz 160 km. Denizi bazen köprülerle bazen de denizin altındaki tünellerle geçerek limana vardık.




Tomtomun ekranı masmavi deniz.

Gişeler kalabalık değil.




Geçiş ücreti 106 €. Yuh afedersiniz. Finlandiya'dan İsveç'e 10 saat kamaralı olarak 47 €'ya seyahat et. Şimdi 35 dakikalık feribot yolculuğu için 106 € öde.  Yapacak bir şey yok.

Gişeyi geçince sıraya girdik. 20 dakika sonra feribota sondan 3. araç olarak binmeyi başardık:)




Feribot alıştığımız standartlarda değil. Küçük:)



Ama yarım saattte ancak duty freesini, güvertesini gezebildik. Eşim de o sırada dinlendi.

Limanda inince yol bizi şaşırttı. Gelişli gidişli yollara düştük.




Yakıt için durduğumuz hiç bir yerde internet bulamadık. Kalacak yer ayarlamadık henüz.


Oh, nihayet otoban.





İnternet için tüm istasyonlarda durduk, yok.


Ailede her yerden internet bulmamla bilinirim. Önünden geçtiğim restoranlar, kafeler, otel lobileri, şehir meydanlarındaki internetin en iyi çektiği noktalar, müzeler, istasyonlar, gemiler...

İnternet hem otel rezervasyonu için elzem oluyor hem de iyi bir restoran bulmak, gitmeye karar verdiğimiz bir noktanın adresini bulmak için.

Otobanda trafiğin tıkandığı bir noktada listeme yeni bir internet kaynağı daha ekliyorum:

Önümüzde giden otobüs:)




Denedim, oldu. Tur otobüsünün interneti şifresizmiş. Hemen Bookinge bağlandım. Ama bir gariplik var. Berlin'de otellerin doluluk oranı çok yüksek.


Bunun nedenini Berlin'de öğrendik. Büyük bir festival varmış. Hafta sonu ile birlikte otellerin çoğu doluymuş.

Önce güzel bir yemek yiyelim.

Burada da internet restoranın önündeki kaldırımdan çekiyor:)

Berlin sokakları sakin.

                          


Böyle sürprizler de çıktı karşımıza:



Hem de şehir içinde.


Panoramik şehir turu atmayı ihmal etmiyoruz:)

Berlin Zafer Anıtı (Victory Column) karşımızda.




Bir otelde yer var ama oda tipi uygun değil. Ek yatakla hallederiz diye oraya gitmeye karar verdik.

Hata 1: Avrupa şehirlerinde ayrıca şehir olarak geçen bölgeler var. Navigasyona Falan Cadde Berlin diye girersen olmaz. Şehir kısmına o bölgenin ismini yazıp sonra cadde ismini yazmalısın. Sonra bizim gibi kendini aynı caddeden başka bir yerde bulursun:)

Hata 2:Film çekimi yapılan oteldeki resepsiyoniste güvenme!

Düşündüğümüz otelde film çekimi vardı. Çok havalılardı. Oyuncu elinde valizle döner kapıdan defalarca girdi çıktı.

Tabi resepsiyonist 45 dakikadan önce sizinle ilgilenemem, dedi.

Bunu bize dedi. Biz ki (İtalya gezimizi okuyanlar bilir) Roma'yı terketmiş aileyiz, Berlin'de mi kalacağız dedik. Ve Prag'a doğru yola çıktık.

Bu arada ağır akan bir Berlin filminde gri sweatshirt ve eşofman giymiş birini görürseniz o benim:)

Geçen yaz sezonu kapatırken Ayvalık'ı özledik, deyip Gömeç dolaylarındaki klasik yerimize gitmiştik. Bergama'dan geçerken oradaki tapınağın nasıl kaçırıldığını, olduğu gibi Berlin'de sergilendiğini anlatmıştım. Tabi aklımızda o zaman Berlin yoktu ama gidersek ziyaret edelim, teessüflerimizi de bildirelim diye konuşmuştuk.

                                        *Bu fotoğraf internetten alınmıştır.

Kısmet değilmiş. Bir daha yolumuz düşerse Berlin duvarı ile Bergama tapınağını da görürüz.

21. Gün:Prag


Prag'ta eşimin daha önce tespit ettiği bir otelden rezervasyon yaptık. Şehir kalabalığından uzakta.

Ama önce kahvaltı yapacağız. Prag bildiğimiz şehir. Çok dolaşmadan Palladium Alışveriş Merkezine gidip kahvaltı yaptık. Ayrıca para bozdurduk.

Otel görevlisi 14'ten önce gelmiyormuş. Kızımın aklına Fashion Arena geldi. Otele de çok yakın. Hemen oraya geçtik.

Büyük bir açık hava alışveriş merkezi.

Her şey var. Bohemya kristalleri de.




Açıkçası bu fotoğrafı blog için çektim. Yoksa konu tamamen ilgim dışında:)

Arenanın güzel bir yemek bölümü var. Kocaman da terası. Oradaki koltuklara attık kendimizi.




Yemek saati gelince uzak doğu mutfağından yemek yedik.

Fikir versin diye yazıyorum:Zengin bir noodle 179 Koruna.

Otelde iyice dinlendikten sonra yeniden şehir merkezine geldik.




Burada en iyi park yeri Palladium Alışveriş Merkezinin otoparkı. 3-4 € civarı otopark ücreti ödeniyor ama park yeri aramaktan iyidir. Ayrıca çok merkezi. Her yere yürüme mesafesinde.

Şöyle bir dolaştık. Astronomik saat, Powder Tower yerinde duruyordu:)

Akşam Yemeği Palladium'da. Prag'da en sevdiğimiz restoran Old Prag'a oturduk.

Burada geleneksel Çek mutfağı var.




Buradaki yemeklerde koyu bir et sosu kullanıyorlar. Bir de ekmeğin içini servis ediyorlar.





Yemekten sonra Old Town'da gezdik.


Geçen sefer görmediğimiz Dans Eden Evi de göreceğiz bu sefer.





Arabayı evin yan tarafındaki sokak arasına bıraktık. Hava çok güzel.

Vltava Nehrinin kenarındayız.




Karşıda kale. Manzara çok güzel ve dinlendirici.

Bahse konu bina mimarisinden dolayı "Dans Eden Ev" adını almış. Postmodern mimariye bir örnek. Katlar ofis olarak kullanılıyor.




Hani Eyfel'in tepesine dokunursun, Pisa Kulesi'ni ellerinde itersin ya, bu binanın önünde de dans ederek fotoğraf çektirmek gerektiğini öğreniyoruz.  Kimden? Tabi ki bugüne kadar bana pek çok şey öğreten uzak doğulu turistlerden:)




Dün sabah Kopenhag'daydık. Hayır, yorgun değiliz:)




Binaların üzerindeki heykeller muhteşem. Gece yarısını geçti, hayat devam ediyor...

22. Gün:Prag-Novi Sad  

... diye yazmışım notlarıma ama kısmet başkaymış:) Az sonra...






Yol güzel aktı. Slovakya'ya geçişte gümrük yok.




Sınırı geçince ilk benzin istasyonundan elektronik vignet almak lazım. 

Buralarda dikkat! Nakit öderseniz 14 € alıyorlar. Kayda girmediği için. Ama kartla ödeyince mecburen 10 € çekiyorlar.

Macar sınırından  kolayca geçtik. Planımız Novi Sad'da konaklamak. Ama şoförümüz yorulmadıysa Niş'e kadar da gidebiliriz.






Sınırı geçince vignet almayı unutmuşuz. Allahtan gören olmadı:) Karşımıza çıkan ilk Mol'den kartla aldık (2975 Forint).

Yol inanılmaz kalabalık. Bu şu anlama geliyor: Macar-Sırp sınırı da kalabalık. Bazen sınır geçişi saatler sürebiliyor.

Hani "yol ayrımına gelmek" deyimi var ya. Tatabanya civarındayken tam manasıyla yol ayrımına geldik:)





Budapeşte yolu için düz devam etmemiz gerekiyor. Ama eşimin "sınır kalabalığına girmeyelim şimdi, bir Bosna-Hersek'i gezelim" deyip çocukların da heyecanla ona katılmasıyla sağdaki yoldan ayrılıyoruz.




Ayrıldık:)


Bu beni bile şaşırtan bir gelişme oldu. Daha önce Bosna_Hersek'e bir kaç kez oldukça yaklaşmıştık. Ama hiç gitmemiştik. Bak şimdi...

Gezinin bundan sonrası farklı bir destinasyonda geçtiği için onu da 3. bölüm yapalım.





*1. Bölüm Arabayla Baltık Ülkeleri yazımıza buradan ulaşabilirsiniz:)


*3. Bölüm olan Arabayla Bosna Hersek yazımız da burada:)